Sayfalar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Mart 2013 Cuma

Garip Ama Gerçek ...

Kimileri, benim hiperaktif olduğumu düşünür, ki sanırım öyleyim.
Ama bu hal kimseye zarar vermediği gibi, herkese yararı oldu. Yeşim şunu hallet, Yeşim şunu bul, Yeşim şunu yap, saat 19:00, Yeşim sekizde misafir var yemek yap.
Yeşim hepsini yaptı. Neden? Çünkü sevdiğin insanları mutlu etmek, mutluluk verir.
Yeşim hiperaktif olduğu için, normal insanlara dert gelen, ona iyi gelir.
Şunu şuraya bırakır mısın ? Şunu şuradan lır mısın ? Hiç olmayacak bir yerin, son dakikada biletini bulur musun? Aynı zamanda Veli toplantısına yetişip, bir sonraki uçakla, başka şehirde toplantıya gider misin ? Aynı gün iki ülke, iki şehir değiştirip , herkesle gülerek sohbet eder misin? İki yıl boyunca, pilotlardan çok uçağa binip, personelden çok otelde kalır, gece uçağıyla dönüp evde yemek yapar mısın ?
Herşeyi ardında bırakıp, yeniden başlar mısın?
Bütün haksızlıklara rağmen affeder misin ?
Evet...
Ama madalya verdiler mi ? Hayır ...
Ne gariptir ki, herkes sizin gücünüze hayran olup, sonra onu yok etmenizi ister.
Olur mu ? Olmaz...
Karşıma çıkan düşmanların haddi hesabı yok.
Bir Allah'ın kulu, azıcık vicdanı varsa desin ki, benim için birşey yapmadı.
Ama insanoğlu çiğ süt emmiş. Düşmanlar bile dost olup, birleşip sizi yok etmeye çalışır, neden?
İyi olduğunuz için . Onların hayatına hiç olmayan şeyler kattığınız için . Onlara faydası ne olmuş ? Size ne olmuş ?
Sanırım, benim gibi insanların, hen büyük problemi, insanların iyi olduğunu sanmak.
Herkes kendisiyle ilgilenirken , başkalarının yarasına merhem olmak.
Neler yaşadım neler, öldürmek isteyenler, suratıma kezzap atmakla tehdit edenler.
Bitti artık derken, hala bitmediğini görmek üzücü.
Hayat dediğin ne ki, biraz mutlu olmak istedim . Diyetini dibine kadar ödedim.
Sonuç...
Yine ihanet .
Allah islah etsin. Ne diyeyim.

28 Mart 2013 Perşembe

BİRİLERİ DUR DESİN...

Artık ne televizyon seyrediyorum, ne gazete okumak geliyor içimden.
Ekonomiden, güncel haberlerden uzak kalmayayım diye, inatla devam ettirdiğim, gazete alışkanlığımı da bırakacağım yakında.
Çünkü devletimin acizliği, insanlarımın cehaleti inanımaz üzüyor, kalbimi kırıyor.
İlk sayfa, gariplikler silsilesi, en önemli haberler, minicik başlıklarla verilirken, popüler ve gereksiz haberlere inanılmaz yer ayrılıyor.
3. sayfa zaten bir felaket ki, bugün düne ait 3. sayfadan bahsetmek istiyorum.
Bir anne, cinnet geçirip oğlunu baltayla öldürmeye çalışmış, hem de uyurken, yetmemiş, banyoya sürükleyip boğazını kesmiş.
Neden mi ? Kocası boşanmak istemiş ? EEEEEEE
Annenin savunması tam bir kara mizah.
Aileler, boşanırken dikkat etsin, çocukların ne hale geldiğine baksın. Be kadın. Çocuğun uyuyormuş zaten.
Ne cinneti, ne katlanamazlıktır bu.
Hadi delirdin, oğlunun suçu ne ?
Madem anne olmak bu kadar ağırına gidiyor, niye doğurdun ?
İşte hep söylediğim şey, bazı kadın eğitir, bazı kadın sadece büyütür.
Bu tip kadınlar, eğri büğrü de olsa, büyütmeyi bile beceremediği gibi, kendi evladının celladı oluyor.
Neden ?
Boşanıyor diye ?
Bir başka haber, yine yeniden, koruma altındaki kadını, kocası gelip vurdu.
Bizim ülkemizde yaşayan insanların cehaleti, gerçekten korkutucu boyutlara ulaştı. Cahil, düşünemeyen, üstelik egomanyak bir millet olduk çıktık.
Canı isteyen, kılıfına uydurup, silah ruhsatı alıyor zaten gayet kolay.
Psikolojisine bakmıyorlar bile. Silah ruhsatı alırken sadece soruyorlar, '' Psikolojik bir rahatsızlığın var mı ? '' Hayır dediğin anda kaşeyi basıyor. Söz de bir sürü kontrolden geçiyorsun, ama hiç bir kontrol yok. Soru, cevap...
Bu ülkede yaşamak, kendini dağın tepesinden bırakmaktan, daha tehlikeli hale geldi. İnsanın canı, ancak bu kadar ucuz olabilir.
Sen, çocuğunu okut, büyüt, iyi bir evlat yetiştirmeye çalış, cadde de hızla gelen bir araç ezip geçsin.
Sonra ceza var mı ? Hayır. Olsa ne olur, giden gitmiş.
Bu kadar vurdumduymaz, bu kadar sevgisiz, bu kadar garip bir ülke olmayı nasıl başardık bilmiyorum.
Daha şunun şurasında, kaç yıllık bir Cumhuriyetiz.
Kurtuluş savaşından bu yana geçen zaman ne ?
Hepimiz artık külahlarımızı önümüze alıp, cehaleti önlemek için top yekün hareket etmeliyiz.
Çünkü bir gün, hiç beklemediğiniz bir yerde, bu cehalet, sevgisizlik ve vurdum duymazlık, size ve ya çok yakınlarınıza da zarar verebilir.
Benim başıma gelmez, dememek lazım.
Yanlışı, görmek uyarmak lazım.
Devlet politikalarının değişmei için çabalamak lazım.
Eğitimin, başaşağı gittiğini görüp, devletten alamadığımızı, gerekirse kendi başımıza tamamlamamız lazım.
Şakşakılıktan kurtulup, bilgi sahibi, araştımacı, kendi düşünceleri olan bir millet olmamız lazım.
Birilerinin, bu düzene dur demesi lazım...

27 Mart 2013 Çarşamba

ACEMİ DERVİŞİN TASAVVUF YOLU-2


Bu seriye, gündenkalanlar.blogspot'ta devam etneye kalksam olmayacak. Bende acemi dervişe bir sayfa hazırladım.
http://acemidervis.blogspot.com
 Çok daha kolay takip edebileceksiniz. Diğer türlü arşivleme şansım yok ne yazık ki. Devam edip giden bir yazı okumakta pek keyifli olmayacaktır.

Gelelim dün kaldığımız yere;  Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye uymak ve bid'atlerden kaçınmaktır.
Tam bu noktada, yine hayatımla gireceğim araya. Tasavvuf cennetine düşmeden önce, nedense şöyle bir uzakdoğuya gidip geldim. Doğruyu uzakta aramak nedendir bilmem ? Ama kendi önüme bakmadım önce.
Dalia Lama, Nirvana, Taoizm... Bulduğum herşeyi, bilir bilmez okudum diyebilirim. Konfüçyüs'ten, Mevlanaya gelene kadar, çok yol kat ettim anlayacağınız. Ama sorarsanız bu ilmin içinde, bir adım değil.
En sonunda, kendimi biraz daha gelişmiş hissedip, Mesnevi'yi okumaya karar verdim.
Bundan tam, üç yıl önce. Mesneviyi okumaya çalışırken, kelimelerde zorlandığım gibi, anlamak için Mevlana'yı çok iyi tanımam gerektiğini anladım. Öyle alıp, okuyayım, anlarım diyeceğiniz bir eserden bahsetmiyoruz. Okyanus gibi.
Ön hazırık olarak, sözlük edindim önce. Farsça.
Sonra başladım okumaya, Mevlana'nın hayatı, düşünceleri, eğiticileri, derken Şems ile tanıştım ki hayatımın dönüm noktasıdır. Bu kısma daha sonra çok geniş yer vereceğim.
Sonuç olarak şunu söyleyeyim, hala Mesnevi'yi okuyamadım. Çünkü diğer öğretiler bitmedi. Biter mi ?canım yeter mi ? Onu da bilmiyorum.
Ama burada, kendi hayatımla yoğurup, yaşadıklarımı, anladıklarımı, daha basit bir dille, dileyene, gönül vermek isteyene, bir nebze yardımcı olsun diye yazarken, kullanılan terimleri, ritüelleri, anlamlarını, basit bir dil ile anlatmaya çalışacağım.
Biri okur, yüreğini koyar, biri okur, ben de bu hatayı yaptım, duvara çarpmadan döneyim der. Belki bir gün bir yorum gelir '' Sağol '' der.
Ancak baştan söyledim. Bunları yazan, bir acemi Derviş, hatam olursa affola. Ve lütfen düzeltin ki, hep birlikte en doğruyu öğrenelim.
Ve son bir uyarı. Bu yol, insanı yalnızlığa sürükleyen bir yol. Düşündüğünüz gibi mutluluk vermeyebilir size, hele ki, hepimiz için paranın öncelikli olmaya mahkum kılındığı bir dünyada. Anlamaya çalıştıkça, gönül gözünüzü açtıkça, saflaştıkça, insanlara başka bir yerden bakacaksınız. Ve gördükleriniz, hoşunuza gitmeyecek belki de. Yola çıkarken, iyi düşünün.
Artık herkesin, iki davudi söz ile tasavvuf'a daldığını sandığı şu dönemde, gerçekten ilgilenenlere duyurulur, Şems'in, Mevlana'nın, Ahmet Yesevi'nin ve daha bir çok değerli mutassavıf'ın sözlerini, ben de çok seviyor ve kullanıyorum. Ancak bilin ki, bu sözler, tasavvufun kıyıcığı bile değil.
 Bu seviyede kalmak istiyorsanız Elif Şafak '' Aşk '' öneririm. Sabun köpüğü tadında, keyifli bir eser.
Ancak, tassavvufu anlamak için, mutasavvıfların bu sözleri neden söylediklerini anlamak, algılamak, tasavvuf tarihini bilmek gerekir diye düşünüyorum. Haddim olmayarak.
Yaradan ile yaratılan arasında kurulan bu manevi köprünün, sağlıklı, sapkınlık ve hatalardan uzak bir din zeminine oturması için, çok okumak, araştırmak ve bilinçlenmek, bence birinci koşul.
Çünkü her okuduğunuz, sizi daha derine çekerken, önünüzde açılan deryanın içinde kayboluyorsunuz. Ve bu noktada, kendi ruhunuzu, düşüncelerinizi, hissettiklerinizi ve uyguladıklarınızı devreye soktuğunuzda, aslında karmaşanın içinde bir düzen kuruyorsunuz, ağırda olsa. Yavaş, yavaş yol almaya başlıyorsunuz, uçsuz bucaksız maviliklerde.
Bütün, bu okumalar arasında, tasavvufu din gibi göstermeye çalışan, ya da öyle gösterildiğini düşünüp eleştiren insanlar göreceksiniz. Siz kendiniz yorumlayın. Ne nedir ?
Tüm dinlerde, yer alan, iyi insan ol, motto sunu söyleyen herşey din midir ?



25 Mart 2013 Pazartesi

VAZGEÇMELER MANZUMESİ



Hayat vazgeçmeler manzumesidir aslında,
Bilerek ya da bilmeyerek vazgeçmeye başlarız ilk günden.
Dünyaya gelmek için annemize bağlı olduğumuz kordondan vazgeçeriz,
Alerji olur çok sevdiğimiz çikolatadan vazgeçeriz.
Ailemiz taşınmaya karar verir, okulumuzdan, arkadaşlarımızdan vazgeçeriz,
Kilo alır, en sevdiğimiz kotumuzdan vazgeçeriz.
Bazıları kendi seçimimizdir, bazıları mecburiyet ama hep vazgeçeriz.
Yeni bir şey için eskiden, acı bir şey yüzünden tatlıdan,
Bir aşk yüzünden, gençliğimizden belki,
Herkesin vazgeçtiği bir şeyler vardır bu hayatta, küçük ya da büyük, az ya da çok.
 Ve vazgeçmek gerekir bazen,
Para için sevdiğimizden vazgeçeriz,
Sevdiğimiz  için onurumuzdan vazgeçeriz,
Çalışmak için eğlenmekten vazgeçeriz,
Ağır gelir, bu yaptığın gün be gün dibe çeker seni, ama yine de devam edersin.
Sen sen olmaktan çıkarsın bazen, 
Hiçbir şeyden vazgeçmeden, her şeye sahip olmak mümkün değil bilirsin.
Bazı şeyler asla bir arada olmaz çünkü ,
Ailenin istediği kız için, sevdiğinden vazgeçersin,
Ömür boyu unutamazsın belki, ama tercihini yapmışsındır,
Ve bu tercih senin elindedir, o ya da o, ikisi birden olmaz.
Birini seçer ve razı olup o hayatı yaşarsın.
Üniversiteye gidebilmek için, sıcacık evinden vazgeçersin,
Daha iyi bir iş için, yaşadığın sevdiğin çocukluğunun geçtiği şehirden vazgeçersin,
Çok sevdiğin için, üzülmesin diye bazen en sevdiğinden vazgeçersin.
Sevdiklerine o kadar düşkünsündür ki, kendinden vazgeçersin, bu yapabileceğin en büyük hata olsa bile,
Başkaları için öylesine harap olursun ki, yaşamaktan bile vazgeçersin,
Anlatırsın, anlatırsın bir türlü anlaşılmazsın , anlatmaktan vazgeçersin,
Hayat ne getirecek bilemezsin, ama eninde sonunda vazgeçersin.
Bir insan için diğerinden,
Bir iş için diğerinden,
Bir aşk için diğerinden,
Başkaları için kendinden,
Para için sevdiğinden,
Bir televizyon için diğerinden vazgeçersin.
Hayat bir vazgeçmeler manzumesidir.
Vazgeçtiğinde ne olacağını bilemezsin, bazen bilir cesaret edemezsin.
Mutlaka birileri üzülür, engelleyemezsin,
Herkesin aynı anda mutlu olmasını istersin, bu deliliktir bilemezsin,
Sıkışır kalırsın köşeye, ölmek istersin ölemezsin,
Ama vazgeçmemekte ısrar edersen, o yol seni en acı şekilde vazgeçeceğin noktaya getirecektir.
Üzmek istemediklerini, kat be kat onarılmayacak kadar yıkabilirsin,
Öylesine gözün kararır ki bazen, vazgeçmeme bencilliğinden,  en sevdiğini ne hale getirdiğini bile göremezsin.
Söyler, dinlemezsin,
Günden güne eritip bitirirsin, kül edersin.
Suyolunda akar, değiştiremezsin.
Aynı anda her şeyi, herkesi isteyemezsin.
Kimsenin buna hakkı yoktur bu dünyada.
Ne kadar bencil olursan ol, bir gün vazgeçmeyi öğrenirsin.
Ve bilirsin ki hayat her gün değişir.
Değişmeden yerinde saymak mümkün değil.
Ve vazgeçmelisin, eğer gerçekten değişmek istiyorsan, vazgeçtiğini göstermelisin.
Korkma, vazgeçmek güzelliklerle gelir.
Tersine çevirmekten korkup, ömür boyu aynı hayatı yaşamaksa istediğin,
Ne biliyorsun altı üstünden daha güzel belki,
Vazgeçmen gerektiği zaman vazgeç.
Yeni bir hayat, asla eskisinin kalıntıları üstüne kurulamaz.
Artanlarla kimse doymaz...

BUDUR ...

Öyle güzel özetlemiş ki, Yorumsuz paylaşmak istedim.
Ancak bir saptama yapmadan geçemeyeceğim, elindekinin kıymetini bilecek kadar , olgun, cesur, tevâzulu ve komplekssiz adam, tüm Türkiye'de pek az ne yazık ki.


21 Mart 2013 Perşembe

DOĞRU İLİŞKİNİN 10 SIRRI

İlişki dediğin, ne şekilde olursa, olsun içinde önce karşılıklı saygı ve yıkılmaz bir güven olmalı. İster sevgili, ister dost, ister iş ya da aile arasında olsun.
Her dakika şüphe ile yaklaştığınız herhangi biri ile ilişkiniz, asla sağlam temellere dayanmaz, mutlaka çöker, ya da mecburiyetren, kör topal devam eder.
İkili iliskilerde, en çok tartışılan tabi ki hep, aşk ilişkileri. Gönül ferman dinlemediği zaman nelere bakmalı ?

Birinci şart, ilişki sadece iki kişilik olmalı 3. Şahısların olduğu her ilişki mutlaka mahvolacaktır. Çünkü, zaten seven erkek ya da kadın, ne bu duruma katlanır, ne müsaade eder, ne de böyle bir duruma izin verir.
İkinci şart, açıkça herşeyi konuşmak. Size hiçbirşey anlatmayan, devamlı planlar yapan ve sorduğunuzda " Bana güven" diyen, ama hiçbirşey yapmayan birine inanmayın. Sonuç, hayal kırıklığı olacaktır. Seven insan " İkinizide ilgilendiren " herşeyi sizinle paylaşır .
Üçüncü şart, " Biz" kelimesini her durumda kullanmayan, çekinen kişi sizinle bir hayat planlıyorsa da, yapması imkansızdır. İyi düşünün . Seven insan, her ortamda sizden ve hayatından söz ederken, gururla ve sıklıkla " BİZ " der, istemeseniz bile.
Dördüncü şart , sizinle ilgili olmalı, arkadaşlarınızı, sevdiğiniz renkleri, sevdiğiniz yemeği, hoşlandıklarınızı, hoşlanmadıklarınızı bilmeli. Ve sizi mutlu etmek için, her ayrıntıyı kullanmalı.
Beşinci şart , sizi her durumda ve ortamda onore etmeli, eğer ilişkinize saygısı varsa, zaten bunu zevkle yapacaktır.
Altıncı şart, fikirlerinize saygılı olmalı, benim dediğim olur, dememeli, sizi dinlemeli, ortak karar alabilmelisiniz.
Yedinci şart, bencil olmamalı, kendi istekleri için, sizin fikir ve isteklerinizi, hiçe saymamalı, asla bilerek kırıcı olmamalı. Ki yürekten seven kimse, bencillik yapmayacaktır.
Yedinci şart, ciddiyet... Eğer sizinle ciddi bir ilişki düşünüyorsa, ilk fırsatta, ailesi ile tanışmanızı, siz istemeseniz bile o isteyecektir. Sizi kimseyle tanıştırmıyorsa, gerisi yalandır, hiç bir söylediğine kanmayın.
Sekizinci şart, sevgide yalan olmaz . Yalan söylüyorsa kaçın.
Dokuzuncu şart, bir ilişkide cep telefonları kilitli ve dokunulmaz ise, içinde mutlaka saklanan birşeyler vardır. Güvenlik amacı ile şifre koyuldu ise, sizinle paylaşmalıdır, paylaşmıyor, hatta kavga çıkarıyorsa emin olun bir pislik var.
Onuncu şart, her akşam iş yemeğine çıkılan, her haftasonu tüm gün işi olan hiç bir sektör yok. Ciddi iş görüşmeleri, çok özel bir durum yok ise, genellikle akşam yemeğinde olmaz, olsa da gece yarılarına kadar sürmez.
Habire dışarda olan, kendini dünyanın en yoğun insanı gibi gösteren biriyle birlikteyseniz. Yüzde yüz aldatılıyorsunuz, öğrenmek isteyene kolay. Aldatılmak umurumuzda değilse, devam.
Sonuç olarak, önemli olan " Seni Seveni Sev " mantrasını aklınızda tutun. Sevildiğinizi bildiğiniz, emin olduğunuz yerde olun.
Sizi üzen, yüzünüze gölge düşüren, başkaları için, size eziyet eden ve bunu sevgi kisvesi altına saklayan, sizin sevginize dayanıp ayakta duran kimseden hayır gelmeyeceğini bilin.
Bu kadar basit

20 Mart 2013 Çarşamba

Cennet Annelerin Ayaklarının Altındadır

Cennet annelerin ayağı altında mıdır ?
Soru 1 : Hangi anneler ?
Soru 2 : Anne olunca aklanır mı bazı kadınlar ?
Soru 3 : Anne olmayınca, cehenneme mi gidilir ?
Soru 4 : Evlatlarını çıkarlarına alet eden kadınları, cennete kim alır ?
Soru 5 : Hamile kalıp, erkeği sandıklayan
Kadınlar başka kadınların namusuna hangi hadsizlikle dil uzatır ?
Soru 6 : Her anne , anne midir ?
Soru 7 : Her anne kutsal mıdır ?

O cennet, olsa olsa çok eski zamanlarda ki annelerin ayaklarının altında olabilir .
Son 40 yıldır, ( yani tüm hayatım boyunca ) bu kategoriye giren pek az kadın tanıdım.
Namusu dilinde değil, yüreğinde olan. Anne den önce insan . Anneliği, gercekten kutsal bir görev sayan. Çocuğuna kendisinden bağımsız bir gelecek oluşturmak için uğraşan. Masum ve hatasız anneler.
Gençliğinde her tür herzeyi yemiş, sonra
Ali Cengiz Oyunları'yla hasbelkader evlenmiş bir sürü, yaşça oldukça büyük kadın tanıyorum. Ne gariptir, bu kadınlar , kendi arsızlıklarını, hızla unuttukları gibi, başka kadınlara, namus ve terbiye hakkında vaaz bile verecek kadar, pişkin . Madem bu kadar dürüst ve namuslusunuz, o zaman çocuklarınıza da anlatın, nasıl evlendiğinizi tüm çıplaklığıyla. Hatta hamile kalmasanız, asla evlenemeyeceğinizi, 21, 22 yaşında, evlenmeden yatacak kadar cesur bir genç kız olduğunuzu. Defalarca kürtaj yaptırdığınızı. İşte o zaman, dürüst, yaptıklarından utanmayan ve saygı duyulacak bir anne olabilirsiniz belki.
Ve o zaman, ağzınızı açıp laf söyleme hakkınız olabilir, başka bir hemcinsinize.
Doğurmak anne olmak değildir . Hele bizim toplumumuzda, hiç değil.
Doğurmak, şimdi pek geçerli değil ama, daha eski dönemler için evliliği garanti altına almaktı sadece, büyük bir çoğunluk için. O kadar. Ne zaman anne olur insan. Niye anne olur derdi yoktu.
evlen, doğur, hayatını garantiye al.
Ne zaman anne olur insan?
Bağımsız, tarafsız, kültürlü, düşünebilen, özgüveni olan, görgülü, topluma saygılı bireyler yetiştirdiği zaman.
Doğan o ve ya bu şekilde zaten büyür. Sadece çocuklarını sevmek, onları yerli yersiz savunmak, kişiliksiz ve Haris yaratıklar yetiştirmek annelik değildir .
Boşandığı, kocayı çocuklarla tehdit eden, boşanmasın diye kocasını, çocuklarını soğuturum, göremezsin diye tehdit eden, miras için çocuklarını kullanan kadınların bırakın kutsal, anne olan diğer kadınların, bu kelimeyi hak eden tüm kadınların, yüz karası lekesi olduğunu düşünüyorum.
Anne olunca aklanmıyor insan, günahlarımız yaşadıklarımız neyse, katlanmalıyız . Yaşama cesaretini gösterip gizlemek, gizlemeden yaşayanı eleştirmek niye ?
Kimin haddine, densizlik ve kendini bilmezlikten başka birşey değil bu.
Her anne, anne filan değildir , çoğu kutsalda değildir . Çocuklarım beni sevsin, her dediğimi yapsın gerisini boşver, demek annelik değildir.
Bir annenin, önce dünyaya getirdiği varlığa , sonra topluma karşı aldığu olağanüstü büyük bir sorumluluktur annelik .
İki tarafın, yüzde yüz isteğiyle dünyaya gelmelidir bir bebek.
Sevgisizlik çekmeden , annesinin, babasının hatasını sırtlanmadan yüremeli, tek başına ayakta duracak özgüvene sahip olmalıdır.
Yalansız olmalıdır anne, insan olduğunu hata yapabileceğini göstermelidir, ilk önce kendi canına. Binbir yalanla, kendini melek gibi gösterip, doğduğu gün yalanla büyütmeye başlayan kişi anne olamaz.
Yalanla büyüyen çocuk, daha büyük yalancı olur çıkarsa bunun günahı kimin ?
Elinize doğan o masum bedenin mi? Kendi lekeleriniz için onu kirleten sizin mi ?
Anne günahsız olmaz değil, dediğim, her insan hata yapar. Anne DÜRÜST olur.
Yalansız.
İşte o zaman, doğru dürüst bir evlat yetiştirebilir ancak.
Yoksa, ne kutsaldır, ne cennet vardır ayaklarının altında.
Sadece, Allah'ın ona verdiği doğurganlığı kullanmış, bir yaratıktır o kadar.
Bu yazıyı okuyan bazı insanlar çok kızacak, bazıları hak verecek, düşündüklerimi yazmış diyecek.
Bilin bakalım kimler kızacak ?

19 Mart 2013 Salı

FUTBOL MU ? SİYASET Mİ ? DİZİ Mİ ? YAŞAM MI ?

Haberlere baktığınızda, ya futbol, ya siyaset, ya da dizi var. Yoğunluk bu.
Habire, saygısızca, birbirine bağıran yoğunlukla adamlar ve arada kadınlar sinsilesi. Ayhan Sicimoğlunun keyifli programı hariç, normal kanallarda tahammül edebildiğim birşey yok. Hatta onu bile seyretmiyorum uzun süredir.
Allahtan, Dijitürk var. Yoksa zaten hiç açılmayan televizyonumuz ile ilişkimiz top yekün kesilecekti.
Futbol için kavga eden adamlar, ukalaca ve anlamsız tartışmalar, siyasilerin habire birbirini itham eden ve hiç bir çözüme ulaşmayan konuşmaları.
Ülkemin cehaleti ve boşluğunu her an görmek çok yorucu ve üzücü geliyor bana.
Anlamsız diziler. Ah o diziler. Haydi, çok yaşlı ve artık fazla zevki kalmamış insanları anlarım, ya gençler. Bazen bağırmak istiyorum. '' Okuyun Biraz ''.
Ara sıra,işten, kitaptan, sohbetten, başımı kaldırıp biraz televizyon seyredeyim dememle televizyonu kapatmam arasında en fazla 10 dakika oynuyor.
Hiç birşey yok.
Evimdeki televizyonları iyice minimalize ettim zaten, bir dönem, bir sebeple evin her odasında varlığını sürdüren televizyonlar uçtu gitti. Salonumda artık televizyon yok, mutfağımda da, yatak odamdanda attım.
Yaşasın, aptal kutularına ölüm.
Onun yerine, baş ucumu, okumak için sıralanmış bir sürü kitapla doldurdum.
Kitap hazırlığı için notlarım. Yabancı kaynaklardan çeviri yapabilmek için, sözlüğüm ipadim.
Ve akşamları çok kıymetli hobilerim ile uğraşmak için oturma odamızı düzenledim. Artık rahatça çalışabileceğim bir odam var.
Kitap yazmaya başlayabilirim. Bugüne kadar aldığım tüm notlar, yazılar, birer, birer düzene girebilir.
Bir roman, kısa hikayeler, yemek kitabı...
Hepsini yazabilmek için, keşke biraz daha zamanım olsa, ama yok.
Bisikletimi tamir ettirebildiğim gün, her yere onunla gideceğim. Hayat budur işte.
Hobilerle uğraşmak, başkalarıyla değil.
Kendimi bildim bileli yazıyorum. Ve okuyorum, kana, kana, doya, doya.
Her kitapta, birşeyler bulmak öğrenmek olağanüstü bir zevk.
İsterdim ki ülkemde okuma oranları yükselsin. O zaman, anlamsız düşünceler azalır, insanlar kendilerini geliştirmeye odaklanır ve çok daha kaliteli bir iletişim olurdu herkesin arasında.
Ancak ne yazık ki, ülke olarak çok ama çok cahiliz. Kim ne derse desin.
Eski yıllarda, okumasa da insanların görgüsü, adabı, kültürü vardı, yöresel olarak.
Şimdi, aşure gibi bir ülke olduk.
Bize yamanmak istenen aptallığı kabul edip, habire televizyon karşısında afyon yutmuş gibi oturuyoruz.
En sosyal halimiz ne ?
Haydi spora gidelim, bir saat yürüyelim, briç oynayalım, kitap kulübü kuralım, her hafta bir kitap okuyup tartışalım. Haftasonları kültürel ya da keyfi geziler yapalım, yakın çevremizde, desteğe ihtiyacı olan gruplara, fiziksel olarak yardım edelim.
Kendi bildiklerimizi, birilerine aktaralım. Kenar mahalelere gidip, çocuklarla sohbet edelim. Biraz kitap okuyalım.
Çok mu fantastik geldi. Değil efendim. İsterseniz değil.
Bütün gün neler yaptığınızı düşünün. İşte kaç saat verimli çalışıyorsunuz ?
Evde ne yapıyorsunuz ?
Kaç saat televizyon başındasınız ?
Kaç saat bilgisayar başındasınız ?
Bugün ne öğrendim diye kaç kere soruyorsunuz kendinize ?
Bugün kime faydalı oldum diyor musunuz mesela ?
Hayatınıza tat katan ne var ?
Ne yaparsanız mutlu olacaksınız ?
Dileklerinizi bir kağıda döktünüz mü hiç ?
Ve yapmak için uğraştınız mı ?
Bugün bir değişiklik yapın, D&R, Remzi ya da Dost kitabevine gidin. Şöyle bir bakın. Hoşunuza giden herhangi bir kitabı alın. Roman olur, hobi ile ilgili olur, araştırma olur, tarih ya da kişisel gelişim olur. Ne olduğu önemli değil. Yeter ki, siz de okuma isteği uyandırsın.
Sonra, güzel bir defter ve kalem alın. Günlük tutmak için. İsteklerinizin yazdığı, hislerinizin yazdığı güzel bir defter.
Okumaya ve yazmaya başlayın, daha fazla vakit kaybetmeden. Okumak ve yazmak kadar iki iyi dost bulamazsınız. Bir başlayın, bırakamayacaksınız.
Nasıl ki facebook, twitter gibi sosyal paylaşım siteleri için vakit ayırıyorsunuz, sadece kendinizle paylaşmak için bir alan yaratın.
Bakalım, nereye gidecek ?
Televizyonu hayatınızdan çıkarın. Sizi, aptallaştırmasına izin vermeyin.
Dilerseniz,  bir blog açın google'da. Çok kolay ve zevkli.
Bilgilerinizi paylaşın insanlarla, keyiflerinizi, seyahatlerinizi, anılarınızı ne isterseniz.
Yazın işte. Paylaşacağınız birileri mutlaka çıkacaktır, sizi okuyan, teşekkür eden insanlar. Amerika'dan, Hindistan'a, Birleşik Krallıktan, Belçikaya oradan Rusyaya ulaşmak ne haz anlatamam.
Futbol, siyaset ve diziden oluşan, bermuda şeytan üçgeninden çıkıp, okyanuslara açılın, yazarların ve sizin zihniniz nereye kadar giderse, sınırsız bir dünya var orada.
Bu değişiklik, olumlu ve güzel şeyler düşünmenizi sağlayacak, emin olun. İnsanlarla uğraşmaya vaktiniz kalmayacak. Daha az sinirleneceksiniz olan bitene.
Ve daha iyi hissedeceksiniz.
Kendi, kendinizin yaşam koçu olun. Ve ne değiştirmek istiyorsanız, bugünden tezi yok başlayın işte. Pazartesileri beklemeden.




17 Mart 2013 Pazar

18 MART YALANI

Bugün 18 MART, herkes birşeyler yazacak, konuşacak . Benim, şu an yaptığım gibi.
Ya hükümete çatacak, ya ağıtlar yakacak.
Hiç kimse, bireysel olarak kendini sorgulamayacak .
İçimizden, kaç kişi, çocuğunu alıp herhangi bir zamanda, bodrum , Marmaris , Kuşadası ya da AVM yerine, Çanakkale'ye götürdü. Kaçımız orada, tam da yerinde olan biteni iliklerine kadar hissederek, Şehitleri için dua etti.
Bu savaşın gerçek sebebini bilen kaç
kişiyiz ?
Google ' da bir sürü ıvır, zıvır için araştırma yapan bizler, tarihimizi öğrenmek için kaç kez baktı bilgisayara ?
Kaç kitap okuduk, ecdadımız ile ilgili ?
Kaç anne, çocuğuna Enver Paşa'dan bahsetti ?
I. Dünya Savaşı neden çıktı? Biz neden Almanya ile birlikte hareket ettik ?
Bir parça buğday ve petrol için mi öldü onca insan ? Müslüman ülkeler bize destek oldu mu ? Bu savaşın sonuçları, bize neye mal oldu? Hadi itiraf edelim , ona buna çatmaya gelince hepimizin çenesi bol .
Peki bilmek, öğrenmek , öğretmek denince neredeyiz ? Millet olarak neyin kıymetini biliyoruz ?
Çanakkale cephesini, kurtuluş savaşının bir parçası olarak bilenler var bu memlekette . Cehaletimiz çenemize vuruyor sadece.
Rakı masalarında, mangallarda kül kalmıyor geceleri.
Çocuklarımıza tarihimizi, ne kadar anlattık? Anne, baba olarak sorumluluğumuz budur öncelikle ? Peki bizler ne yaptık ? Çuvaldızı batıralım biraz. Biraz da değil hatta, sokalım iyice. Televizyon seyretmek yerine, kapatıp kitap okuyalım biraz.
Anzaklar, toplanıp her sene Türkiye'ye gelip, kendi şehitleri için ağlarken, bizim yaşadıklarımızı bizden iyi bilirken, Türkler'den çok , yabancılar bu konuda yaz yazmış, film çekmiş, belgesel yayınlamışken, hiç birimizin konuşmaya hakkı yok bence.
Popüler kültür içinde mahvolup gitmiş, ne geçmişine saygı duyan, ne geleceği için çocuk yetiştiren bir milletiz.
Tek derdimiz , akşam ne yeriz, ne marka giyeriz, o ne yapmış , bu ne yapmış.
Yazık, yaşın yanında kuruda yanıyor .
O şehitlerin yaşayan tüm fertlerinden özür diliyorum kendi adıma.
Unutulan tüm değerler için.
Ne 18 Mart kaldı, ne 19 Mayıs , ne 23 Nisan , ne de 29 Ekim ... Bu tip günlerin hepsi, Türkiye' de yaşayan büyük bir çoğunluk için aynı şeyi ifade ediyor . Koca bir hiç.
Bugün şehitlerimizi söz de anıp, yarın unutacağız.
Mesele bu değil , önümüze bakıp , geçmişten ders alıp, çocuklarımıza öğretip, geleceğimizi kurtarmak.
Biz kendi içimizde cephe olmuş gidiyoruz , cehalet diz boyu, ama hiçbirimiz bir şey yapmıyoruz.
Tüm savaşlarda kanlarını çekinmeden döküp bizi bu günlere getiren şehitlerimiz, onların anneleri, babaları, evlatları ve eşlerinden özür dilerim.
Yerlerinde huzurla uyusunlar demeyi çok isterdim, ama biz millet olarak bu kadar derin uykudayken bu mümkün değil be yazık ki.
Bunları sen yaptın mı diye merak edenler için cevap . Elimden geldiğince evet, yeterli mi ? Kesinlikle hayır.

Çanakkale Geçilmez

Gürleyen top sesleri Mehmetçiğin sesidir.
Çanakkale ulusun bütünleştiği yerdir.
Denizde Nusratımız,karada bataryalar,
Hamidiye atışta,birde Mesudiye var.

Düşmana yok verecek bir karış toprağımız,
Anadolu bizimdir dalgalan bayrağımız.

Conkbayırı,Kilitbahir,hele Anafartalar,
Tarih sayfalarına yeni bir destan yazar.
Korkumuz yok,birleşsin gelsin yeni ordular,
Atatürkün izinde yenilmez Mehmetçik var...

Düşmana yok verecek bir karış toprağımız,
Anadolu bizimdir dalgalan bayrağımız.

Çanakkale köpürür düşmana geçit vermez.
Bu toprağın üstüne başka bayrak dikilmez.
Öyle bir zafer ki bu asırlarca silinmez.
Haykırır tüm ulusum ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

15 Mart 2013 Cuma

İNSANLIK KIRINTISI BULAN HABER VERSİN

Uzun süredir, köşe bucak arıyorum ama, özellikle son zamanlarda, pek az rastladım.
Vicdan, insanlık, saygı, sevgi gören var mı ?
İnsansız hava araçlarını duymuştum, ama insansız insanlarla bilfiil yaşıyorum.
Kılıfları var, ama içleri yok, filmlerde ki uzaylılar gibi.
Kötü uzaylılar vardır ya hani, her kılığa girerler, sevdikleriniz gibi görünüp sizi kandırır, ya öldürür, ya kanınızı sömürürler. Kötü deneylerde kullanırlar. İşte tam da öyle.
Öyle olağanüstü hayal kırıklıkları yaşıyor ki insan.
Allah, düşmanımdan razı olsun diyor.
Hiç olmazsa düşman olduğu belli. Maralımın lafı geldi aklıma" İyi olmayıp, çok iyi insan rolü yapanlar var ya, onlar korkutuyor beni" katılıyorum , beni de.
Yüzüne gülüp, hatta seni sevdiğini filan söyleyip , birlikte olduğunuz her gün, size yapacağı kötülükleri planlayan birileri oldu mu hayatınız da. Vay halinize...
Ne yazık ki oldu, diyenlere geçmiş olsun diyorum. Umarım geçmiştir. İnsanlar ne kadar kötü olabilir ki ? sorusunun bende ki cevabı, tüm yaşadıklarımdan sonra artık " Sonsuz. "
Neden ? Bir çok insanın nedeni bile yok. Bir kısmının ki intikam, yaşadığı hiç birşeye, hiç bir anıya, saygı duymadan, yaptığı her kötülüğü kendi içinde haklı kılarak.
Kimisinin ki sadece kıskançlık, bazı insanlar, kendinize güvendiğiniz için bile nefret edebilir sizden. Komplekslerini yüzeye çıkarıp, aslında kendilerinden nefret etmelerine neden olduğunuz için.
Kimi, sizi gördükçe kendisindeki eksikliklerle yüzleşir ve sizi kendi seviyesine indirmek, yok etmek için uğraşır.
Bazıları yaşadıklarına, yaşarken dahi saygı duymadığı gibi, bittikten sonra bir türlü helalleşemez. Ne kendisiyle, ne sizinle.
Eğer bu tip bir düşman, en yakınınız, hatta çok yakınınız ise durum daha fena,
Burnunuzun dibinden çekmeden, gerçeği göremiyor. Görse de inanmak istemiyor, kendini kandırıyor insan.
Herhangi bir bedene, istediğiniz özelliği koyup, var olmayan bir hayal yaratıp, kendi hayaliniz içinde acı çekiyorsunuz .
Çünkü hayalin içinden, gerçek çıkıyor, eninde sonunda.
İyi olmak kolayken, bu kadar kötülük niye hiç anlamadım. Asla anlamayacağım.
Büyü yaptıran, zavallı kadınlar, falcılarda gelecek arayanlar, hayatlarını başkalarının ellerine bırakıp, sonra mutsuzluğu için bambaşka insanları suçlayanlar.
Oyunla birilerinin hayatına girip, kendini haklı zannedenler. Ak kaşık olmayıp, herkese ders verenler.
İnsanlar, kendini eleştiremezken ne ara insan olabilir ki. Kimse değil, sen görmelisin içindekini, iyiliği, kötülüğü, haseti, kıskançlığı, vicdanı.
Var mı ?
Son zamanlarda, pek az insanda gördüm.
Vicdan kırıntısı bulan varsa haber versin.
Bulduklarımızı birleştirip, bir kaç insan çıkarırız belki.




13 Mart 2013 Çarşamba

AVRUPA DAN FARKIMIZ...

Avrupalı olmaya özenmek, öykünmek değil yazacaklarım, ancak ne zaman gitsem ya da bir sebeple ülkemde Avrupalı insanlarla bir araya gelsem içim cızlıyor.
Bu güzelim ülkede, üstelik çok eski bir tarihe, geçmişe sahipken, Avrupa'ya bir çok gelişmeyi biz hediye etmişken, nasıl oldu da bu duruma geldik anlamıyorum.
En önemli fark, insan ayırt edilmemesi, bizim ülkemizde herkeste bir kompleks, herkeste bir burnu büyüklük anlaşılmaz bir hava atma durumu. Kim, kimi yerse...
Komik olan da, bu tip huyları olan adam ve kadınların, devamlı var olan üstünlük ve alçaklık kompleksinden ötürü, kendinden daha üstün gördüğü insanların yanında düştüğü saçma sapan durum. Acizlikleri.
İnsan olmak varken, bu saçmalıklar niye bilemiyorum. Avrupalı da bu yok, kim ne derse desin.
Medeniyet ve saygı öylesine yerleşmiş ki, trene binerken bilet almanız lazım. Ama kontrol edilmiyor. Bu durum Türkiye'de olsa herkes trene biletsiz binerdi. Tek bir kural var. Medeniyet. İnsanlar, kontrol edilsin edilmesin biletlerini alıyor. Sorumluluk duygusu, diğer insanlara saygı ne derseniz deyin. Eğer biletsiz yakalanırsanız, cezası var. Ancak öyle iki de bir de kontrol edildiği de yok. Çünkü, buna gerek yok.
Yolda giderken, ortadaki şerit, metrelerce dolu ama bir bakıyorsunuz, sağ ve sol şeritler bomboş, neden ? Dönüş yapılacak işareti var ve kimse girmiyor o şeritlere, biz de olsa soldan, sağdan dalıp öne girmeye çalışırız.
Herkes, nerede olursa olsun, elinde bir kitapla geziyor. Durakta beklerken, teknede, kafe de... Nerede olursa olsun. Ayakta dururken bir kaç sayfa okuyor. Biz de ki durum mu ? Türkiye'de, 2011 yılında yapılan bir araştırmaya göre nüfusun % 30 'u okuma yazma dahi bilmiyor hala. Kişi başına düşen, yıllık kitap sayısı Fransa'da 7 iken, Türkiye'de ( sıkı durun ) 12.089 kişiye bir kitap düşüyor. Türkiye'de yüksek öğrenim oranı 1965'e göre 14 kat artmış, ama yüksek öğrenim mezunları arasında kitap okuma oranı 1965 yılının altında.
Mevlana'nın bir sözünü eklemek istiyorum, yazıma  tam bu noktada. '' Cahil kimsenin yanında, kitap kadar sessiz ol. ''

Avrupa'dan çok daha misafirperver ve insancıl olduğumuzda kocaman bir yalan. Gayet, sıcak kanlı ve yardımseverler. Yeter ki ukalalık yapmadan, güler yüzle bir şey isteyin. Şipşak anında oluyor.
Avrupa'da şehirlere baktığınızda ne kadar özenle korunduğunu görmek ayrı bir acı. İstanbul'u neredeyse karış, karış bilen birisi olarak, yüzyıllık çeşmelerin üstünde yazan '' ali ayşeyi seviyo'' saçmalığına o kadar çok rastlarsınız ki. Kale surlarında gece kondular. Hangi birini söylesem bilemiyorum. Bizim eserlerimizi görmek istiyorsanız Avrupa'daki müzelere gidiniz. Bizden daha iyi korudukları kesin. Eğer, bu eserler, Türkiye'de kalsaydı, bir çoğu eminim ya parçalanmış, ya da başka amaçlarla kullanılmış olurdu. 
Avrupa'da yaşar mısın ? derseniz belki İtalya diyebilirim. Ancak ülkem her yerden daha güzel. Bu güzelliği baki kılan, taş torak değil insanlar.
Hepimiz ne kadar değiştik, çirkinleştik keşke artık anlasak. 
Kolay para kazanma, parayla statü sahibi olma, parayla adam olma derdindeyiz. Ne yazık ki bu cehaleti, görgüsüzlüğü engellemiyor. Daha iyi hayat yaşayan görgüsüzler ordusu oluyoruz sadece.
Kim iktidar olursa onun ardından değişen, karakteri gelişmemiş insanlar ordusu. Sizin bir düşünceniz yok mu ardından gittiğiniz ?
Apolitik garip bir gençlik, her tarafa dönen, her iktidarda çıkarları uğruna renk değiştiren orta yaş ve üstü bir grup.
Ne ara bu kadar cahilleştik ve kişiliksiz olduk bilemiyorum. Ancak çok üzücü buluyorum gittiğimiz yolu.
Hedefimiz yok, nezaketimiz bitti, anlayış desen hak getire, birbirimizi gördüğümüzde günaydın, iyi akşamlar demekten bile kaçınıyoruz. 
Sonra da Türk milleti şöyledir, böyledir diyoruz. Koca bir yalan bu.
Ticari çirkeflikler, ayrılınca birbirini öldüren insanlar. Haset, kıskançlık, kötülük, büyüyle, kötülükle uğraşan insanlar kol geziyor.
Bu cehaletin ta kendisi. 
Okumuş olmak cehaleti düzeltmiyor. Eşeklik baki kalıyor. İnsan kendini geliştirmeli önce. Bu hepimizin sorumluluğu.
Yerlere tüküren bir millet olmamalıyız artık, olur olmaz her yerde ana avrat küfreden. El alemin karısına, kızına saygılı olamayan. 
Kendi yediğini bırakıp, başkalarının lokmasında gözü olan.
Ne ara bu kadar çirkin oldu her şey bilmiyorum Ama ümit ederim. O habire eleştirdiğimiz, beğenmediğimiz, okuma oranı % 99,9 olan ülkelere öykünürüz biraz. Ülkemizi, geleceğimizi kurtarmak için silkelenip kendimize gelmeye mecburuz.
Seyrettirilen, anlamsız dizilerde görülen hayatları yaşayan zavallılar olmaktan çıkıp, kendi hayatlarımızın iplerini elimize almalı, yetiştirdiğimiz insanların daha iyi olması yolunda adım atmalıyız.
Devamlı ondan, bundan şikayet etmek yerine, hepimiz bireysel olarak doğruyu yapmalıyız. Birlikten, kuvvet doğacağını unutmadan. Bir yerlerden başlamak zorunda herkes, daha medeni olmaya. Bu ilk durak herkesin kendisi ve çevresi. 

Davudi laflar etmek değil, öyle davranmaktır şerefli ve doğru olan.
O yanlış yatı ben de yapayım demek yerine, doğrusunu öğretmeye çalışmaktır tek bir insana bile olsa.
Kaldırımda soldan değil, hep sağdan yürünürse, kimsenin çarpışmayacağını söylemektir. Özenti hareketler, anlamsız gösterişler yerine, saygılı öze dönmektir. Kendine, kendi malına saygı duymaktır en önce.
Bir insan değişir, dünya değişir.
Avrupa'ya gittiğimde üzülüyorum sadece. Benim ülkemi kimler bu hale getirdi. Neden yürümeyi bile bilmiyoruz diye?
Pırıl, pırıl giyinip kiliseye giden insanları görünce içim cızlıyor. Tüm kiliselerin kapıları açık, mis gibi. Herkes dilediği an girip, istediği kadar kalıp çıkıyor. 
Bebeklikten, kiliseye hep birlikte gidip, şarkılar söylüyorlar, heykeller her yerde...
Sanatla karşılaşmak için müzeye gitmeniz gerekmiyor.
Biz güzelim heykelleri, bu çağda put diye yıkarken, onlar yüzyıllardır dokunmadan saklıyor. Büyük annenin çeyizi gibi.

Herhangi bir meydanda, da vinci ya da bernini ile karşılaşmak mümkün.
elinize bir kahve alıp, havuzun kenarına oturup keyif yapmak.
Her şey gayet doğal. Anlamsız abartılar, gereksiz saçmalıklardan arınmış.
Medeni.
Biz de ne yazık ki bu medeniyetten eser olmadığı gibi, olanı da gün be gün kaybediyoruz. 
Nezaket ile birlikte. Kokmuş, marka düşkünü, ara göz, cahil bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Bizler artık, sadece kendi çıkarları için yaşayan insanlar olduk. Hiç kimseyi düşünmeden, aile değerlerinden yoksun. Bayramları tatil zanneden. Babasının, annesinin mezarına üç, beş yılda bir belki giden. 
Kardeşini aramaya imtina eden. İnsanları banka cüzdanlarına göre sınıflandıran, zavallılar. İyilik ve kötülük ile ilgiliyken bu kadar. Medeniyete zaman mı kalır ?
Hayatımız sadece gösteriş ve hava atmak olmuş artık. Dini bile göstermelik yaşıyoruz. Yazık bize.
Allah yardımcımız olsun.

Yaşadığımız hayat,  elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde... 
Şems...





9 Mart 2013 Cumartesi

Güçlü Kadınlar


Güçlü kadınlar vardır, her işlerini kendileri halletmeye çalışan.Anne babaları tarafından böyle yetiştirilen.Onlar kendi paralarını kendileri kazanmak isterler.Evdeki tüm tamirat, tadilat işlerinden anlarlar.Bir erkeğe mecbur kalmadan hayatlarını da devam ettirebilirler.Faturalarını da kendileri yatırırlar.Hemen hemen tüm işlerini kendileri yaparlar.Hatta etraflarının yükünü de üstlenirler.Özgürlüğü severler, dik durmayı da, güçlüdürler çünkü.
Aşık olduklarında hissederek yaşarlar.Aşklarına kurallar koymadıkları gibi büyük beklentilere de girmezler.Sevdiklerinde problem çıkarmazlar.Bütün gün çalışıp durduktan sonra, akşamları yorgun da olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde, hemencecik hazırlanıp sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan, o her nerdeyse onun olduğu yere giderler.
Çoğu zaman sevgililerinin ya da kocalarının haberi bile olmaz yaşadıkları sıkıntıdan, yansıtmazlar çünkü.Para var mı, iş yerinde sıkıntı mı oldu, birine canı mı sıkıldı, hiç bunlarla yormazlar birlikte oldukları erkeği.Çünkü istemezler kimse onlara acısın.
Sonra da bir bakarlar ki, bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz.Bu durum zamanla gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına dönüşür.Eskaza dayanamayıp sorunları paylaşmaya kalksalar, bu sefer de sorunlu kadın, kaprisli kadın, tahammül edilmez kadın damgasını yerler.Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz bu güçlü kadınlar!Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü olduğunu ve onsuz da yaşayabileceğini, içinde yaşadığı fırtınalardan bihaber.
Sonra bir dosttan, eşten ya da tanıdıktan duyarlardı ki onu terk eden adam gitmiş erkeğe muhtaç yaşamak zorunda olan biriyle beraber olmaya başlamış.Erkekler çok severler böyle kadınları.Birinin onlara muhtaç olduğunu görmek birçok duygusunu okşar erkeğin.Onlara kendini erkek gibi hissettirir!Bu zayıf kadınlar erkeklere bağımlıdır.
Mesela fatura falan yatıramazlar, anlamazlar çünkü.Nerden yatırılır onu da bilmezler.Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar, çünkü taşıyamazlar onca torbayı.Hep yorgun olurlar, bütün gün spor salonları,kuaför, o mağaza, bu mağaza gezerler.Akşama yemek yapmaya fırsat bulamazlar.Akşam eşleri eve geldiğinde bugün nereye yemeğe gidelim, diye sorarlar.En kötü ihtimal dışardan yemek söylerler.Zayıf kadınlar, doğurdukları çocuğa bakacak gücü de kendilerinde bulamazlar, pamuklar içinde yaşamaya alışmışlardır bir kere.Kendilerini hep altın tepsi içinde sunarlar.Huysuzluk da ederler ama bu erkeğin hoşuna gider, çünkü kadın ona muhtaçtır, söylenmeyen güçlü kadının aksine.Hiçbir şeyi beğenmedikleri gibi devamlı da mutsuzdurlar.Pek teşekkür etmezler, kıskançlık krizlerini de severler.Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını da karartırlar.Erkekler bu kadınları asla terk edemezler.Çünkü o güçsüz, kırılgan bir kadındır.Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur.Koruyup kollanmalıdır her an o!Zayıf kadınlar hiç çökmez, buruşmaz ve yıpranmazlar.Ancak işin ilginç yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır!
Ve geride kalan güçlü kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar.


Aylin Kotil
Bugün kendi yazımı yazmak yerine çok beğendiğim ve doğru bulduğum bir yazıyı paylaşmak istedim
Yeşim KAYA

2 Mart 2013 Cumartesi

Birçok Şeyin Erkeği Kadını Yok

Onurun,
Haysiyetin,
Şerefin,
Mertliğin,
Dürüstlüğün,
Çalışkanlığın,
Zekanın,
Vicdanın,
İyi niyetin,
Kötü niyetin,
Aptallığın,
Dönekliğin,
Yalancılığın,
Şerefsizliğin,
Haysiyetsizliğin,
Yezitliğin,
Çıkarcılığın,
Korkaklığın,
İkiyüzlülüğün,
Sünepeliğin,
Tembelliğin,
Sömürgeciliğin,
Ahlaksızlığın,
İnkarcılığın,
İnsan olmanın cinsiyeti yok. Tek fark, dediğini yapanlar , ve dediğinden dönen insanlar olması. Bu kadar basit .