Sayfalar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Temmuz 2013 Pazartesi

YAŞASIN 44 YAŞ : )))


Yaş dediğin garip, hop diye gelip, geçiyor.
Zaten ilk on evde, okulda geçiyor. İkinci on, Allah'a emanet, üniversiteye girmek için hazırlan, spor takımlarına girmek için uğraş, ailene yaraşır olmak için uğraş, derken hop o da gitti. Geldin mi 20 yaşına, hem de bir çırpıda...
Benim gibi, erkenden ( ne varsa ) evlenenlerden iseniz, üniversite hayatının keyfini yaşayamadan, gençliğinizi bilmeden,  ev sorumluluğu, küt üstüne çocuk, iş, kariyer, para kazanmak için çalışma faslı derken, oldun mu 30 ...
Ne gençlik kalıyor, ne keyif, sorumluluk koşturmaca.
30'lar çok kıymetli, doya doya yaşanmalı derken, hala devam eden kariyer kıskacında yol almaya devam.
Çocuğun okulu, geleceğinin planlanması, sorumluluklar , doğru sandığın yanlış insan, koşuşturma, harala, gürele, gitti mi size 30'larda...
Kendin için ne yaptın sorusunu ilk kez, 40 yaşıma bastığımda sormuştum.
Kendin için ne yaptın ?


Başkalarını mutlu etmek için, başkalarının yüklerini omuzlamak için, ne kadar anlamsızca kendi hayatımı harcadığımı gördüğümde yaşadığım panik görülmeye değerdi.
Komiktir, en yakınımdakiler bile göremedi. Çünkü herkes kendi derdindeydi ve herkesin benimle ilgili tek ortak paydası, onların işine yarıyor olmamdı. O kadar.
Verdiğim tek bir karar vardı.
40'lar benim, sadece benim olacak.
Hiç kimse için ki, buna oğlumda dahil, harcamayacağım.
Yine, gereken her tür sorumluluğu alacağım, ama 10 insan gücünde çalışıp, sabah iş, gece ev, iş seyahatleri, bomboş otel odalarında saatlerce bilgisayar başında, yapayalnız ve şiddetli mutsuz zamanlar yaşamayacağım dedim kendi kendime.
40 yaşıma geldiğimde gördüm ki, insanlar, siz ne verirseniz onu alıyor, bir süre sonra öyle bir tembelleşip, bencilleşiyorlar ki, sizin ne istediğiniz önemli bile olmuyor. Hatta yanılıp, yakılıp basit bir şey isterseniz, bir de şımarıklıkla suçlanıyorsunuz.
Şaka mı bu ?
Sadece, onlar için 7/24 çalışan robot yaratığa dönüşüyorsunuz.
Anlamlı anlamsız her şeyi yapar hale geliyorsunuz. Bir kaç şirket yönetip, aynı zamanda, eve dönüp yemek yapıp, ertesi gün uçağa atlayıp, şehirden, şehir'e koşuyorsunuz.
Komik yanı, yetersiz bulunuyorsunuz.
Şaka mı bu ?
Mütevazi olamayacağım artık, kendime benzeyen bir insanı pek göremiyorum. Hem her daim bakımlı olacak, hem evinde her durumda saraylara layık sofra olacak, hem çoluğuyla, çocuğuyla dört, dörtlük ilgilenecek, hem ailesinin her durumunda yanında olacak, hem arkadaşlarına vakit ayıracak, hem ekip eğitecek, hem organizasyon yönetecek, hem yeni projeler için çalışacak, hem kendi şirketinin, tüm sosyal medya ve tanıtım ağıyla ilgilenecek, hem devlerle savaşacak ve ticari hayatta ayakta kalmaya çalışacak. Hem spor yapıp, deli gibi kitap okuyacak.
Kötü ruhlu insanların hayatımda yarattığı gereksiz vakit kayıplarını saymıyorum bile. Bu tempoda, tanıdığım bir çok insan, nefes bile alamaz.
Boğulur, kalır.
PEH..
Ev hanımı ya da memur olup, saçı başı dağınık gezen, habire kilo alan, yaptığı yemekler hep aynı, evine bakmayan, bir tane kitap okumayı bile dert sayan, çocuklarının geleceğiyle ilgili en ufak yatırım yapmayan, tüm sorumlulukları bir erkeğe yığıp, yan gelip yatmaya alışmış, yaptığı en ufak bir şeyi, genetik bilimde çığır açmış kadar önemli sayan, binlerce insan tanıyorum. Ve hep aynı cümleyi duyarım. '' Ben yıllarımı verdim '' Neye verdin o yılları ''
Ama komiktir, o tip insanlar basit bir şey yaptığında bile önemli olur.
Sonuç olarak, kimse kimseden kıymetli değil, ama kendi kıymetinizi de bilmeniz , bir noktadan sonra öğrenmeniz şartmış.
Ben, bu kısmını biraz zor yollarla yaptım. Asla yaptıklarımla yetinmedim, hep eksik hissettim, daha fazla, daha fazla...
Değer verdiklerim, kıymetimi bilemedi belki de... Bilmiyorum.
Burada hata kimin belli değil. Çok fazla verici olduğunuzda, karşı taraflar alışıyor.
Çünkü insanlar, sizin yaptıklarınızı rutin olarak görmeye başlıyor ve önemli gelmiyor artık. Hep daha fazlasını istemeye, giderek doyumsuz ve yorumsuz hale getirmeye başlıyorlar.
Ve bir süre sonra kendiniz için bir dakika bile ayıramaz, sevdiğiniz kitabı elinize ancak gece ikide almaya başlar hale gelince, hop diyorsunuz dur bakalım.
Bu benim hayatım...
Yeşim yapar, Yeşim halleder lafını duymaktan nefret ettiğim çok gün olmuştur. Anlamsız vakitleri, hiç alakam olmayan insanların işini çözmek için boşu, boşuna harcadım.
Hepsi bir deneyim, geldi geçti.
Kendi önünde bilgisayar varken, bir yerin adresini bile size soran o kadar çok insan var ki.
araştırmaktan bulmaktan aciz. Çünkü kafalar hep başka şeylerle meşgul.
Kendini geliştirmek, araştırmak, okumak değil. O ne yapmış, bu ne yapmış, şuna ne kötülük yapabilirim.
Birinin başına kötü bir şey geldiğinde mutlu oluyor insanlar, bu millet ne zaman bu kadar, kötü, zırcahil ve zavallı oldu.
Üzülüyor insan. Herkes biraz daha kültürlü, biraz daha gelişmiş olsa her şey ne güzel olur.
Karşılıklı sohbet edebilecek insan sayısı o kadar az ki. Sohbetler yavan, hep aynı konular, zekadan eser yok.
İşte tam bu noktada yeter dediğiniz bir an var.
40 yaş benim için aynen öyle bir andı. Artık kendim için yaşamak istediğim, elliyi görmeden, tren kaçmadan önce binmek istediğim bir nokta.
Gençliğimi yaşayamadım, bari orta yaşın keyfine varayım.
Çalışmıyor muyum ?
Aksine daha çok çalışıyorum.
Derdim az mı ?
Aksine çok daha fazla...
Ama karar benim.
Başka hiç kimsenin değil.
Kalbimde ne kadar cam kırığı var ise, tek tek tamir ediyorum. Yavaş, yavaş hiç acele etmeden.
Önemli olan bu. Önce insanın kendini iyice tanıması. Her gün öğrenmek, daha çok öğrenmek.
Merak ettiğin konularda eğitim almak.
Öğrenmenin sonu yok, yaşı yok.
Yeter ki insan istesin.
Keşke, insanlar biraz da çevrelerine bakmayı, çevrelerindeki istekleri, önemleri görmeye çalışsalar o zaman hayat çok daha kolay olurdu.
Devamlı şikayet eden, hayatının her anından mutsuz, ama bunu değiştirmek için hiç bir şey yapmayan insanlardan oluşan bir topluluğuz sanki.
Sihirli değnek bekliyorlar hayatları değişsin diye.
O değnek sizsiniz.
Başka bir değnek yok.
Ya değişirsiniz, ya da birilerinin gölgesinde yaşar gidersiniz.
40 yaş bunun için harika bir yaş.
Şimdi 44'e basacağım. İki tane dört yan yana ... Bir tanesini görünce hayatımın paniğini yaşamıştım.
Artık yaşımla ve kendimle barıştım. Kızmıyorum,  yaşadıklarıma, harcadıklarıma, yapılan haksızlıklara, iyiliğe karşılık kötülükle gelenlere...
Biliyorum ki ben kazançlıyım hep. İçimi tertemiz, kinden, nefretten, cehaletten, intikamdan var olan bütün çirkin cehennemlik duygulardan uzak tuttuğum için.
Önüme bakıyorum. Bir günün, diğerinden güzel olması için çaba gösteriyorum.
Sabah kuş sesi duyduğumda mutlu oluyorum, hala duyabildiğim için.
Sıcak bir simit yediğimde, ağzımdaki tat ile keyif alıyorum.
Güzel bir müzik, harika bir kitap, bir kadeh şarap...
Hayat o kadar zorlanacak, abartılacak bir şey değil.
Annemin lafını kulağıma küpe ettim, her zorda kaldığımda çınlıyor. '' Kızım merak etme, Allah'tan başka kimse sana rızkını veremez. Hala hayatta isen, yiyecek ekmeğin var demektir. Zaten rızkın biterse canını alır. ''
Bu kadar basit.
Bu kadar basit.
Daha iyi bir araba, daha iyi bir ev, daha iyi...
İyinin sonu yok.
Ama hayatın sonu var.
Hem de, her an gelebilecek bir son.
Enerjimi, beni kullanan, sömüren insanlara vermiyorum artık. Benim için yorulan, çabalayan, gerçekten seven insanlara ayırıyorum.
Sevmediğim bir şey varsa, kimse kırılmasın diye katlanmıyorum. Kırmadan istemiyorum diyorum, istemiyorum.
Mucizeler beklemiyorum bu hayattan, sevgiyle, üzüm koruk olmuyor bunu öğrendim.
44 bana iyi geldi.
Demlendim. Büyüdüm.
Ama içimde, cıvıl, cıvıl kanat çırpan kuşun sesini duyuyorum artık. Gözyaşlarımın arasında, yitip gitmiyor.
Çocuk kalbim, o heyecanım hala içimdeymiş, capcanlı...
Hiç kaybetmeyeceğim artık onu, ayakta tutan, coşkulu minik bebeğimi.
Her ne yaşadıysam, yaşadım, hepsi benim, iyi ve ya kötü...
Olsun...
Ve en güzeli artık korkmuyorum.
Ne 40 katırdan, ne 40 satırdan.
Biliyorum ki, her koyun, kendi bacağından asılacak.
Biliyorum ki, mutlu ettiğin kadar mutlu olacaksın.
Biliyorum ki, bu hayatta en büyük ödül, temiz bir yürek, parlak bir zeka, çalışan bir vücut.
Gerisi gerçekten boş.

Artık nasıl mı düşünüyorum... Aslında bu yolda benim yanımda uzun süredir olan, düşündüren sevgili Şems ve Mevlana gibi. Yüreğimde her zaman bir derviştim. Ve iyi ki öyle olmuşum. Bu iyiliği kullananlara kızıyordum. Ama o da bir deneyimmiş. Öğrenmenin sonu yok.


İyiki Geçiyorsun Zaman...
Ya Acının Derinime İşlediği Bir Anda Donsaydın ... Diyorum mesela Mevlanaya öykünerek...
Ya da
Altın olsam Değerimi Herkes Bilir...
Ben Basit Bir '' Demir'' ;Olayım. Değerimi Sadece '' ANLAYAN '' bilsin ... diyorum artık. Şems Gibi
Kötülük yaptın mı kork,
Çünkü o bir tohumdur,
Allah yeşertir, karşına çıkar... Deyince Mevlana hep dinledim, dinliyorum. Ama bu kez, o kötülerin kendi haline acıyarak.
Herkes dışını süslerken, sen içini, kalbini süsle. Herkes başkasının ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol ! Dediğinde Mevlana, düşünüyorum. Başkalarının ayıpları kendilerine, bu hayat herkesin sadece kendi başına yaşayabileceği bir yer. Bana ne... Yaptıklarımı reddetmedim, ayıp, günah demedim utanmadım ki, iki yüzlü davranarak . Allah'a Şükür. Yapmaktan korkmadığın şeyi söylemeye utanacak kadar haysiyetsiz olmadım hiç.

Hiç bu kadar kendim olamamışım. Şimdi seviyorum, 40 ları, her gün yeniden doğup büyüyorum.
Ve yaşasın 44 diyorum...
Allah'a Şükür.

Dip Not: 70 li olduğum için 43 e basacağımı söyleyenler var. Bu yaş hesaplama işi çözümsüz bence. Kim ne diyorsa o. 365 gün sadece : )))