Sayfalar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Aralık 2013 Salı

Mutlu Yıllar

Yıllar gelip, geçiyor. 
Ne bu güne, ne yarına,  ağır anlamlar yüklemeden, bu hayatı geldiği gibi karşılamak en güzeli . 
Hayatınızda hoşlanmadığınız, değişmesini istediğiniz bir şey varsa, yılbaşı gecesi asla sizi kurtarmayacak, yarın hiç bir mucize olmayacak. Bugünün dünden tek farkı, ekonominin daha canlı olması, insanların umutla,  daha pozitif olması, ya da olmayı istemesi, o kadar. 
Eğer yorulduysanız, artık birikimleriniz , sabrınızın ötesine geçiyorsa, konuşmaktan çok susmayı tetcih ediyorsanız, önce huzurunuzu geri almalısınız bu hayattan.
Yeni bir yıl,  beklemeden. ..
Her günü,  yeni bir yılın başlangıcı yapmak, sizin elinizde. Varsın olsun, 31. Aralık olmasın o gün...
Sizin yeni yılınız, sizin içln uygun olan zamanda ve günde yaratılsın , çünkü, huzur sağlıklı olmak içln ilk şart.
Huzur yoksa, sağlıkta elden gidiyor.
Eğer , tüm çabalarınıza rağmen, bazı şeyler değişmiyor, ve bu durum hayatınızı yaşanılmaz hale getiriyorsa, bunun içln değişim sağlayacak olan sizsiniz. 
Yepyeni, bambaşka yılların mucizesi sizin ruhunuzda , yüreğinizde.
Belki zor, belki üzücü, belki yıpratıcı olabilir , zaten ne var kolay olan.
Önemli olan, 31. Aralık değil, sizin ne günü yılbaşı ilan ettiğiniz . 
Ve sizin ne istediğiniz. 
Değişmeyi göze alamayan insanlar, kaybetmeye mahkumdur. 
Doğru ya da yanlış, zor ya da kolay, hayatınızı kontrol altına almalısınız. 
Ve ne biliyorsunuz, belki tersi düzünden, çok daha güzel. 
Risk almadan yaşamak, ne kadar zevkli olabilir ki ? 
Güzel olan, her durumda, kendi yolunda yürüyebilmek , yüreğinin götürdüğü yere gidecek cesareti olmak, durmayı, gitmeyi, kalmayı bilmek.
Kalp herkeste var, ama yürek ne yazık ki çok az insanda ...
Umarım bu yıl, başkaları ya da korkularınız içln değil, kendiniz ve yüreğiniz içln yaşamaya cesaret ettiğiniz bir yıl olur.
Ve kendi yılbaşı gününüzü belirleyebilirsiniz . 
Mutlu Yıllar... 



23 Aralık 2013 Pazartesi

Kalp Kırılan Bir Şeydir...

Kalp , kırılır ...
Bir anda...
Bir kelime,
Bir hareket ,
Bir ima ile...
Bir, iki, üç derken ...
Kırılacak birşey kalmaz sonunda.
Kalp kırılır,
Aynı bir cam gibi,
Önce hafiften bir çatlak oluşur,
Her darbede yol alır , daha derine, 
Yavaş, yavaş ...
Bazen, bir ay, bazen , bir yıl ,
Bazen on yıl sürer ilerlemesi... 
Ama eninde sonunda, kalp kırılır 
Tuzla, buz olur ...
Tamir edilemez bir yere gelir . 
Yere saçılır , her bir parçası .
Birleştirilmez olur . 
Kalp , kırılır. 
Darmadağın olur...

22 Aralık 2013 Pazar

İnsan Olmak, Kendin Olmak... Ya da Hiç Olmak ?

İnsanı insan yapan, ve diğerlerinden ayıran en önemli özellik, kendisi olabilmektir hiç kuşkusuz. 
Doğduğumuz gün itibari ile, bize örnek olan, yol gösteren doğru insan tavırlarından edindiğimiz eğitimleri ve kendi bünyemizi,  homojen bir yapıya getirip, öğrenmekten vazgeçmeden, kendi doğrularımızı üretmektir. 
Gün be gün, sabırla, usanmadan, bir taş ustası gibi,  şekillendirip, kendi ellerimizle , eşsiz bir eser yaratmaktır, Allah'ın bize verdiklerini, kendi mutfağımızdan çıkarmaktır. 
Yapı taşları genlerimizle oluşan, ama % 50 si boş olan kodlamamızı, doğru yazabilme sanatıdır ilk önce.
Ailemizle başlar, ilk yazım çalışmaları, daha biz üretemezken, doğru aileye sahip olma şansı, hayatta yakalanmış en büyük Piyangodur aslında. O anda, kimsenin farkında olmadığı. 
Bizi biz yapan, adımız anıldığında hatırlanan özellikler üretmek ve kalıcı hale getirmektir , bizi özel kılan, diğerleşmekten, alelade olmaktan alıp, farklı bir yere konumlandıran. Özel ve kıymetli kılan. 
Prensipler...
Biz kimiz sorusunun temel başlığıdır. Olmazsa olmazı . 
Bizim sözümüz Altın mı ? Gümüş mü ? Buradan anlaşılır ? Dönek miyiz ? Arslan gibi durur muyuz ayakta ? Herkes bilir. İşine gelmese de. 
İnanç ...
İnandığının ardından yürüyecek yüreğe sahip olabilmek.  İnançla yürümek, yol almaktır.  Ardından birilerinin gelmesini istiyorsan bir gün , olmazsa olmaz olan ana kuraldır. Ya da bu hayatı gerektiği gibi yaşayacaksan. Acı , tatlı hiç yılmadan, ama kendi inandıkların doğrultusunda. Başkasının sırtına bakarak, yolu görmeden ama hiç bir taş ayağına da değmeden değil. Fırtına da olsa, meltem de esse, sen istediğin için orada olma özgürlüğüdür. Zordur... Ama olmazsa,  hiç olursun. Kalp herkeste olan bir organdır, yürekse çok az insanda... İnanç, bu farkın altına imza atmaktır aslında. Her durumda.
Sevgi...
İnanç ve prensiplerini sevgiyle ama gerçek ve saf bir sevgiyle yoğurmadan, yürüyeceğin yol, bir arpa boyu dahi etmez. Bir tek sen inanırsın, çok uzun yollar, aşılmaz dağlar kat ettiğine. Sevgisizlik, çiğ, çiğ kemiren kurt gibidir. Belki çok özenilen bir hayat yaşarsın, ama asla mutlu olamazsın, yalan sevgilerle kurulmuş tahtında. 
Herhangi birinin takliti ya da gölgesi olarak kalmaktan sıyrılıp, kendin olabilmek, emek ve yürek ister. 
Lafa gelince mangalda kül bırakmayıp, işe gelince bir köz kadar bile ateşin yoksa, etrafı ısıtamazsın asla. 
Söylediklerin ve yaptıkların paralel olmalı her daim. 
Yapmaktan utandığın, söyleyemediğin, gizlediğin ve savunamadığın hiç bir şeyin içinde olamamalısın sen,  sen olacaksan. 
Ne durumda olursan ol,  bir dağ gibi dimdik ayakta durabilmektir asl olan. 
Bol günde , dar günde.
Düşünce ağlamak değil, ayağa kalkıp devam etmektir.
Kendi imzanın, kendin olmasıdır. Paranın, statünün, bir başka insanın gölgesinin değil. 
Kendin olabilmek, bu hayata adını kazımak , zor zanaattır. 
Gerektiğinde herkes susarken konuşmayı, karda buzda çatısız kalmayı, varken, yok olmayı göze almaktır, kendin olmak. 
Tüm bunların ardından, Anka kuşu gibi küllerinden var olmayı başarmaktır. 
İşte o zaman, imza atarsın bu dünyaya, bu yaşama.
Sadece , kendin olarak. 
Kimsenin " Çakması " , " Takması " olmadan. 
Senin kim olduğunu, ne olduğunu herkes bilir. 
Taklit edilen olursun, eğer gerçeksen, kıskanılan, özenilen, yerinde olmak istenilen.
 Zor durumda olsan bile.
Bir çok ok çevrilir bünyene , bedenini delip geçer hepsi.
Ama yıkılmazsın, çünkü insan olmayı, kendin olmayı, dimdik durmayı başarmanın ödülü , ne olursa olsun, ayağa kalkmak ve Allah elinden canını alana kadar, cesur yüreğinle, yola devam etmektir . 
İnsan olmak, kendin olmak, uzun ve dar bir yoldur . Ancak, yüreği olanların yol aldığı. 


20 Aralık 2013 Cuma

Gastronomiss ..KANAL B '' BİZ BİZE '' Programındaydı...


Kanal B, Biz Bize programını seyredemeyenler, aşağıdaki uzantıdan programı seyredebilirler.
Gerekli eklentiler bilgisayarınızda yok ise, talimatları takip edebilirsiniz.


http://kanalb.com.tr/arsivliste.php?Program=34&L=KanalBProgramlar/bizbize%2B18122013bizbize


İyi Seyirler...

Yeşim Kaya



29 Kasım 2013 Cuma

PARA MUTLULUK GETİRİR Mİ ?


Bu soru yıllardır sorulur. Para mutluluk getirir mi ?
İngiliz Bilim adamları bu sorunun cevabını bulmuş. Yaşasın : )))
Evet para mutluluğu satın alabiliyor. Ama bir sınırı varmış.
Ve o sınırdan sonra, aksine yük oluyormuş insana ve mutsuz ediyormuş.
Yani soruya evet diyenlerde, hayır diyenlerde haklı çıktı aslında.
Aylık, 6.000 TL gelir, mutluluğun tepe noktasıymış. Bu sınır aşıldıktan sonra, yaşam kalitesi, beklentiler ve sorumluluklar arttığı için, insanlar hayal kırıklığı yaşamaya başlıyor ve mutsuz oluyorlarmış.
Paran varsa dert, yoksa dert...


Küçük Bir Hikaye...

Bir çoğunuz, fakir balıkçının hikayesini bilirsiniz.
Küçük bir hatırlatma yapayım, hatırlamanız için. 
Tarlalarda yaşayan bir balıkçı ve karısı varmış .
Adam balık tutar, onunla beslenir, buğday başakları arasında uyurlarmış. 
Harika bir manzara ve birliktelikleri dışında hiç bir şeyleri yokmuş.
Balıkçı mutluymuş, karısı da. 
Balıkçı bir gün, altın bir balık tutmuş, karısının çok mutlu olacağını düşünerek, ağların arasından balığı alacakken, balık konuşmuş " beni öldürme balıkçı " demiş.
Balıkçı konuşan balığa kıyamamış suya geri atmış, karısına olanları anlatmış.
Karısı '' Hiç bir şey istemedin mi ? O mutlaka çok özel bir canlı.  Hemen git ve balıktan bizim için bir kulübe iste ''
Balıkçı gitmiş, altın balığı çağırmış ve kulübeyi istemiş.
Balık '' Evine dön, karın kulübede seni bekliyor'' demiş.
Ertesi gün, karısı daha büyük bir ev istemiş, ertesi gün villa istemiş, ama bu istekleri onu bir türlü mutlu etmemiş.
Derken, en sonunda kraliçe olmak istemiş.
Balık hepsini yapmış. Ama kadın mutlu olmuyormuş bir türlü.
En sonunda, altın balık, balıkçıya demiş ki
'' Evine dön, karın seni tepenin üstünde karşılayacak, ancak öyle mutlu olabilirsiniz. ''
Balıkçı, karısını tepenin üstünde, manzaraya bakarken bulmuş.
Karısı ona, '' Şimdi çok mutluyum, bu tepelerin güzelliğini, güneşin sıcacık halini, göl manzarasını unutmuşum ''
demiş.
Mutlu mesut yaşamışlar...
Bazen, hayatınıza mutluluk katmak için, bir şeylerden vazgeçmeniz gerekir.
VE sizi mutlu edeceğini düşündüğünüz şeyler, ne yazık ki sadece mutsuzluk getirir.
Bu yüzden, yaptığınız her harekete ve değer verdiğiniz şeylere çok dikkat etmeniz lazım.
Sevgi, huzur ve mutluluk parayla satın alınamıyor ne yazık ki...







19 Kasım 2013 Salı

Yorumsuz

Eğer biri size bir kötülük yaparsa siz ona iyilikle karşılık verin.
Yine yaparsa yine iyilik yapın .. Yine yaparsa yine iyilik yapın
artık onda size kötülük yapacak yüz kalmaz..

- Hz.Ali (r.a)


Sanırım, eskiden böyleymiş... 

14 Kasım 2013 Perşembe

Neyzen Tevfik'ten yaşam üzerine...

Hayat üç buçukla dört arasındadır.
Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama.
Biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin
Aynı orantıda değildi.
Ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır,çimler yeşerecektir,
Çiçekler açacaktır,
Rüzgar esecektir.
Ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur,
Olması gereken kendiliğinden olur.
İzlemene devam et, şahitlik güzeldir.
Hem olayın dışındasındır hem de içinde...
O bir dengedir,
O anlamlıdır,
Şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş.
Güzellik olanların içinden filizlenecektir;
Zorlamaya gerek yoktur.
Olması gereken kendiliğinden olur.
Hayat üçbuçukla dört arasındadır.
Ya üçbuçuk atarsın, ya da dört dörtlük yaşarsın...

NEYZEN TEVFİK




7 Kasım 2013 Perşembe

Dünyada binbir türlü dert var...

Dünyada, binbir türlü dert var. Biz ülke olarak, kadınların bacaklarının arasına kafayı soktuk, bekliyoruz .
Çok karanlık, hiç birşey görülmüyor .
Sahnenin önü bu, acaba bunlarla uğraşırken arkada ne oluyor.
Başımıza ne çoraplar örülüyor. 
Bu hıyu millet olarak bıraksak.
Yüze gülüp, arkadan dolanmasak.
Yalanlar ardına saklanıp, o yalanlara inanmasak, kimseyi de kandırmasak. 
Yoktan var eden ve var olanı yok eden insan tipleri var artık. Her yerde.
Liderimiz , Mustafa Kemal Atatürk'ün, sadece adını anmak yerine, onun gibi olmayı şiar edinsek.
Önce kendimizden başlasak, dediğimiz yaptığımız ile aynı olsa.
Kinden, nefretten uzak, insan gibi yaşasak.
Birlik olduğumuzu, olmazsak zarar göreceğimizi anlasak, önce evimizde, sonra şehrimizde, ülkemizde ve dünyada uygulasak bunu.
Mutsuzluğun olumsuz ve yayılan bir enerji olduğunu, bunu ancak, gerçek mutlulukla giderebileceğimizi görsek.
Yok etmenin bir an, var etmenin çok zaman aldığını özümsesek.
Önce kendi hatalarımıza odaklansak, hatalı olduğumuzu kabul etmeyi öğrensek , başkalarını suçlamadan ve eleştirmeden önce, kendimize çevirsek yüzümüzü.
Dürüst olabilsek, önce kendimize, arkasından konuşmasak insanların, iş çevirmesek yüzüne gülüp .
Evinde, hastanede can derdiyle uğraşan onca insan varken, sabah uyanıp şükredebilsek. Kanserle, felçle, MS ve daha binlerce tür onulmaz dert ile uğraşmadığımız için .
O insanlar içinde , yürekten dua etsek her sabah . 
Herşeyi başkalarından bekleyip, her konuda kendimizi haklı görmesek, gerektiğinde özür dilemeyi, affetmeyi bilsek.
Yıkılmasak başkalarının üstüne, birey olarak ayakta kalmaya çaba göstersek.
Sevgi hayatımızda, her an var olan bir şey olsa.
Kimseye çıkarcı yaklaşmasak.
Mangalda kül kalmadığında bile, ateşe körükle gidip yeniden yakmasak.
Hayatı başkalarına yararlı olacak biçimde , doğru ve dürüst yaşasak.
Bize uymayanı anlamaya çalışsak.
İnsanların kullanılacak alet, edevat değil, ruhu, kalbi olan canlılar olduğunu anlasak.
Hayvanları, öldürmek, acı çektirmek yerine, kalıcı çözümler bulup hayatlarını yaşanır hale getirsek.
Yanımızdan, geçip giden yılanın, her durumda yılan olduğunu asla unutmasak.
Bizim için, insanların yaptığı iyi ve kötü şeyleri birbirine karıştırmadan yargılasak.
Şüphe etmek yerine, konuşsak, doğruyu bulsak.
Bu ülke ne kadar yaşanılası bir yer olurdu, ama ne yazık ki şu an bunu hayal bile edemiyorum. 


4 Kasım 2013 Pazartesi

Kapanan Sadece Başınız mı ?

Doğum hakkı kadınlara verilmiş. Medeniyetin onlarla var olacağı kanaatinden bence.
Yaratmak,  ne büyük bir güç. 
Peki yarattığımıza saygı nerede, ey anneler.
Daha ilkokula giden kızını gelin veren ,
Yolda birine baktı diye katledilen, kızının önünde duramayan, 
Berder'e canını veren kızların anneleri. 
Bu kadar mı çaresiz ? 
Bu kadar mı cahil ?
Bu kadar mı yoksunsunuz insanlıktan ?
Anne, ne demek sizin için ?
Size saygı duymayan bir erkek için, neden çocuklar getiriyorsunuz bu dünyaya ?
O çocukların günahı ne ?
İç organları parçalanarak ölsün diye mi ?
Daha bebeklerle oynayacak yaşta, kucağında bebeği dul kalsın diye mi ?
Kara çarşaflara girsin önce, sonra kara topraklara bir filiz gibi düşsün diye mi ?
Kendi mutsuzluğunuzu mu yansıtıyorsunuz ?
Yoksa o çarşafların altında kararan dünyanıza, bir yoldaş mı arıyorsunuz ?
Bir anne evladına nasıl kıyar ?
Kıyacağı evladı, nasıl bu dünyaya koyar ?
Kapanan sadece başlarınız değil , evladı için savaşmayan kalbiniz . 
Öylesine karanlık, öylesine dipsiz, öylesine katledici...
Bir cellattan ne farkınız kaldı ki ? 

1 Kasım 2013 Cuma

Zayıflamanın En Tatlı Hali... GastronomissFit

Gastronomiss Fit nedir sorusuna cevap vermeden önce, buraya nasıl geldim, ne kadar yol aldım sorularına cevap  vereyim öncelikle.
Gastronomiss, 2010 yılından bu yana, başlangıçta çok sevdiğim, muhteşem bir terapi olan, mutfak hobimi paylaşmak için kurulmuş bir site. Yemek maceramı, herkesle paylaşabilmek için.
GastronomiSS kelimesinin sonundaki iki SS, markam oldu.
Miss gibi ve İngilizce Miss anlamlarını yükledim, o iki SS harfine.
Gastronomiss'in en önemli özelliği, yayınlanan her yemeğin, mutlaka denenmiş olmasıydı.
İçindeki tüm materyallerin, faydası, zararı, ne şekilde kullanılması gerektiği, nelerin, nelerle kullanılamayacağı ciddi şekilde araştırdım, bu konuda uzman kişilere sordum ve hala aynı şekilde devam ediyorum.
Hangi, vitamin ve minerallerin, ne şekilde pişirildiğinde ve nelerle etken hale geldiğine baktım.
Pişirme yöntemleri ve tekniklerin faydalı olanlarını, tercih edilmesi gerekenleri ayırt etmeye çalıştım.
Türk damak tadına uymayan yemekleri, uyacak hale getirmeye çalıştım.
Bir yerlerden tarif alınıp yazılmadı, yani hiç bir zaman.
Üstelik bu sayfalar hazırlanırken, yapılan araştırmaların, okunan kitapların, gidilen kursların, takip edilen workshop'ların haddi hesabı yok.
En son, Temmuz ayında, Roma'da dünyaca kabul edilmiş ve eğitimleri sadece Master Cheflerin verdiği, Coquis Ateneo İtaliano Della Cucina'nın eğitimlerine katıldım. Ve katılmaya devam ediyorum.
Geceleri, Gastronomiss çalışma zamanı oldu benim için, ki hala öyle.
Gece uçağıyla eve geldiğimde bile, evimde yemek yaptım her zaman. Asla vaktim yok, yorgunum demedim ve asla alelade şeylerle başımdan savmadım sevdiklerimi . Hangi saat olursa olsun.
Şu anda yerli yabancı kaynaklardan oluşan, yüzlerce kitap, dergi ve yayından oluşan muhteşem bir kütüphanem var. Ve yemek, yemek teknikleri konusunda, dünya üzerinde kabul gömüş bir çok master chef ile çalışma şansı buldum.
Hatta, bir kaç ustanın mutfağında, onunla birlikte yemek yapma şansım da oldu Türkiye'de ve yurt dışında.
Hayal etmek, her zaman gerçeğe açılan yolun ilk kapısıdır. Bir dönem, hayallerimden vazgeçmiştim, ancak Allah'a şükür onlara kavuştum. Yemek yapma içgüdüm , bana bir çok kapı açmaya başladı.
Yemek, bir çok insana basit gelebilir, ancak ciddi bir iş.
Ve doğru yapılmazsa, yararından çok zararı olacak bir şey.
Aynı zamanda, beş duyuya hitap etmesi gereken, farklı damak tatları için, farklılaştırılması gereken bir konu.
Bende araştırdım. Denedim.
Bu konuda, oldukça ciddi bir yol aldığımı, rahatlıkla söyleyebilirim.
Ancak bu yol, çok uzun ve bitmez bir yol .
Gastronomi, her gün yeni dallarla, çok daha bilimsel bir platforma taşınıyor. İnsan sağlığı her gün daha fazla önemsenip, çok daha dinlenir hale geldi, ülkemiz insanları tarafından da. Eskisi gibi, atın ölümü arpa'dan olsun demiyoruz. Dikkat ediyoruz.
İncelemenin, yol almanın, eğitimin ve denemenin sonu yok yani.
Bu arada, bilgim ve araştırmalarım geliştikçe, piyasada var olan, özellikle diyet yemekleri üstüne yoğunlaşmış, şirketleri de incelemeye başladım.
Ne yaparlar ? Nasıl  yaparlar ? Neden bu şekilde bir menü oluşturmuşlar diye.
Sabit menüler ve maliyet hesabının esas alındığı, daha yoğun, ticari bir yorumla karşılaştım. Ve çok daha şahsi olması gereken, bu programların nasıl olabileceği hakkında, bu servislerden hizmet alan insanlarla konuştum.
Hemen, hemen herkes, tatsız yemek yemekten, kendi istediklerini yiyememekten şikayetçiydi. Ve bir süre sonra, yeter artık deyip, vazgeçiyordu
Şahsen, hayatım boyunca, doğru beslenmiş ve hiç kilo almamış bir insan olarak, keyifli yemek yiyerek, işkence çekmeden, sağlıklı yaşamak birinci önceliğim oldu.
Aynısını, hep çevremdekilere de uygulamaya çalıştım.
Ancak gördüm ki, bu tip beslenmek, yaşam anlayışınız olarak hayatınızda yer almazsa, ipin ucu kaçıyor.
En yakın örnek ile test ettim bunu. Oğlumla.
Giderek kilo alıyordu ve devamlı ev dışında beslenmeye başladığı, üniversite hazırlık döneminde ipin ucu tamamen kaçtı.
Bu nokta, doğru ve keyifli yemek yapmak ve yemek Motto'mun dönüm noktası oldu. Oğlum için araştırıp bulduğumuz, değerli doktorumuz ile beraber çalışmaya başladık.
Oğlum kilolardan kurtuldu.
Ve bende, o diyet yaparken, ölçüler içinde kalarak, onun sevdiği yemekleri nasıl yapacağımı öğrendim.
Çünkü en son istediğim şey, sıkılarak programı bırakmasıydı. Bırakmadı. Menüsünde, pazı dolmasından, fasülye ye, kızartmadan, envayi çeşit çorbaya, her tür balık ve et yemeklerine kadar her şey vardı çünkü.
Hem de en lezzetlisinden. Hatta öyle bir noktaya geldik ki, evdekiler, onun için özel hazırladığım yemeği yemek istedi. Kokusu çok daha cezbedici geldiği için.
Bu dönem, benim içinde müthiş bir eğitim dönemi oldu. Günde üç öğün, ayda 90 farklı ve lezzetli menü nasıl hazırlanır öğrendim.
Oğlum, programa hala devam ediyor. Ve bende, Sevgili Neşe ile beraber, her gün yeni menüler üretmeye.
O da, bizde her gün daha iyi bir noktaya geliyor ve öğreniyoruz.
Çok keyifli.
Çünkü bu kısmında, yaratma aşamasına giriyorsunuz.
Tüm bu çalışmaların sonucunda, Değerli Doktorumuz ile haftalık yaptığımız görüşmeler sırasında, yeni bir oluşuma girdik. Oğlumdaki, gelişimin yapılan yemekler ve düzenli takip sonucu olduğunu, bunu tüm müşterileri için yapıp yapamayacağımı sorduğunda, uzun süredir beklediğim noktaya ulaşmış oldum.
Ve cevabım, hiç düşünmeden '' Evet '' oldu. Yılların çalışması ve deneyim ile geldiğimiz nokta...
Gastronomiss Fit..
Her öğün, gramajları belli olan, bu gayet net programın, katılımcılar için en büyük sorunu, yemekleri yapacak, düzenli bir sistemin olmaması ve genellikle hanımların bunu yorucu bulması ve bir süre sonra yapmayı bırakması ya da gram hesabına dikkat etmemesi idi.
Bir süre sonra, özellikle beyler, programı  bozma eğilimine giriyordu.
Diyet yemek şirketleri de kifayetsiz kalıyordu, çünkü uzun süredir araştırdığım, bir çok yemek servisi, sabit bir kalori menüsü oluşturup, buna göre hizmet vermeyi tercih ediyordu. Kişiye özel değil.
Biz, Gastronomiss Fit olarak, tamamen kişinin damak tadına yönelik, keyif alabileceği menüleri oluşturduk.
Kabak sevmeyen birinin yemek listesine, kabak yemeği koymadık mesela.
Doktorumuzun, kontrolünde, katılımcının kişisel damak tadına uygun listelerle, yemeklerimizi, taze ve günlük olarak, servis etmek için kolları sıvadık.
Artık, bunca yıllık çalışmamın sonuçlarını görüyorum.
Doğru beslenme biçimi ile, insanların çok kısa sürede, çok büyük başarılar elde ettiğini de.
Bu, hayatım boyunca bana verilmiş en büyük ödül.
Gastronomiss Fit, 20 Kasım'dan itibaren, www.gastronomissfit.com  ile hizmete giriyor.
Doğru ve keyifli beslenmek isteyen herkes için, tamamen kendine has bir program ve yemek servisi ile.
Dileyenler, gastronomissyk ile , yaşam koçluğu hizmetinden de, faydalanabilecek.
Bu servis ile, sizlerin günlük sporuna bizzat eşlik edip, sosyal hayatınızda ki yemekleri, gittiğiniz restoranları biz takip edeceğiz. Günlük programınızı tutacağız. Gelişiminizi an be an takip edeceğiz.
Sosyal hayatınızı bozmadan, keyifle yemek yemenin tadına varacak, kalori saymak, vicdan azabı duymak zorunda kalmayacaksınız.
Tüm yenilikleri, www.gastronomiss.com , adresinden takip edebilirsiniz.

Yedikleriniz Afiyet Bal Şeker Olsun...
Bedeniniz ruhunuz her zaman Fit olsun...
Sadece isteyin ve bizi arayın...

Gastronomiss Yeşim Kaya





24 Ekim 2013 Perşembe

Mihr ü Mah

 Mihr (güneş) bilge, ışık saçan, güzelliğinin farkında, nazlı bir sevgili.. mah (ay) mihr'i görüp ona tutulan, çevresinden ayrılamayan, onun saçtığı ışık ile beslenen aşık...
Mimar Sinan , Mihrimaha olan aşkını, onun içln yaptığı külliyelerde dile getirmiş. Bu belki gerçek , belki efsane ama bence doğru. 
Muhteşem bir dehanın , büyük aşkını,  boynunu koparmadan anlatabileceği başka bir yol olabilir mi ? 
Eline bile dokunamadığı, dokunmanın ölüm olduğu, bir aşk, bir kadın için neler yapabilir bir erkek ?
Sevgisini ,aşkını,  güneş ve ayı eline alarak  nasıl böyle  anlatır ?
Bundan büyük hediye olur mu ?  
Üsküdar ve Edirnekapıdaki Mihrimah külliyelerini gören bir tepeye çıkıp, 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde, iki caminin minareleri arasına bakarsanız, birinde güneş batarken , diğerinde ayın çıktığını görürsünüz .
Hiç olmamış bir aşkın, güneşi , ayın gölgesinde batarken, ne anlamlar yükledi içine kim bilir , Minar Sinan.
Şimdiki çıkarcı, bencil aşkların, ödeşemez sevgilerin aksine, gerçek aşk bu işte.
Sevdiğine, ne olursa olsun , aşkını anlatmak, onun mutluluğu içln kendinden vazgeçmek .
Sevdiğinin imzasını dünyaya atmak, hem de onu hiç kırmadan.
Oysa şimdi, sevmek, devamlı özverili olmak demek.
Sevgi sırtına yüklenen, yük demek. 
Sevgi bazıları için , alış veriş demek.
Ne o erkekler var, yüreğini ortaya koyup sevdiği içln savaşacak, ne onlara inanan kadınlar .
Güneş söndü, ay battı çoktan .
Ama 1500 lü yıllardan beri, Mimar Sinan'ın , Mihrimahı dimdik ayakta duruyor. 



21 Ekim 2013 Pazartesi

Kimse Üstüne Alınmasın

Yahu...
Kimse üstüne alınmasın dedim, ama vazgeçtim.
Lütfen alının.
Kendinize bakmadan, başkalarını eleştiriyor, 
Birileri başarılı olunca sinirden kuduruyor,
Yapmak yerine yıkıyor,
Burnunuz düşünce yerden almıyor,
Ama bir o kadarda, mangalda kül bırakmıyorsanız,
Dürüstlüğe,
Güzelliğe,
Çalışkanlığa ,
Başarıya,
Tahammülünüz yok ve hayatınızdan mutsuzsanız, 
Kıskançlık yapıp duruyor ama bunu değiştirmek içln hiç bir şey yapmıyorsanız, 
Yalanla yaşayıp, yalana önce kendiniz inanıyorsanız,
Tembelseniz,
Müdana ediyorsanız,
Haybeye dayılık ya da kapris yapıyorsanız,
Kendinizi başkalarından farklı sanıp, yanılıyorsanız ,
Başınıza gelen herşeyin suçunu başkasında arıyorsanız,
Çok okuyor, ama anlamıyorsanız,
Hayatı okuyamıyorsanız,
Kendinizi fazla kültürlü sanıyorsanız , 
Olduğunuz yeri hak etmediğinizi düşünüyor , başkalarının yerlerine imreniyorsanız, 
Mutluluğun varılacak nokta değil, yaşanan minik anlar olduğunu hala anlayamıyorsanız,
Bardağınız hep boş ve masadaki diğer bardaklardan , gözünüzü alamıyorsanız, 
Hala olduğunuz yerde sayıyorsanız,
Yıkılmayı bir son sanıyorsanız,
Her seferinde yeniden başlayamıyorsanız,
İnsan ne ederse, kendine eder... Cümlesini hala anlayamadıysanız,
Haset , kıskanç, çekemez bir insansanız,
Kendi halinize şükretmeyi unutup, ona buna özeniyorsanız,
Sorumluluk almaktan korkuyorsanız,
Hala bu hayatın , herşeyi aynı anda barındırdığını anlayamadıysanız ,
Kendinizi eleştirmeyi başaramadıysanız,
Varı çok sanıp, yoğu yermekten geri kalmadıysanız, 
Kendinizi bir halt sanıyorsanız...
Şükretmekten aciz hatta eriniyorsanız,
Siz de olanı hep az buluyorsanız, 
Vazgeçtim, üstünüze alının aşağıda yazanları. 
Ve silkelenin. Kendinize gelin.
Aynaya bakın.
Gördüğünüz şey dışında birşey yok hayatınızda.
Ve kimse sorumlu değil sizden . 
Bu hayatta varlıkta var, yoklukta. 
Bir anda,  kül olur herşey .
Asl olan, eliniz ayağınız , diliniz, kulağınız olduğu içln şükretmek.
Ve hadsizlik etmeden, her ne durumdaysanız, bunun TEK sebebinin kendiniz olduğunu bilmek ...


10 Ekim 2013 Perşembe

Türk Dili Hadım Çalışmaları

Dili bu kadar sadeleştirirseniz, olacağı buydu işte .
1932 yılında, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan, görevi Türk dilini geliştirmek olan, Türk Dil Kurumundan bahsediyorum. 
Bu sabah, gazetelere göz atarken, Hürriyet'in, Kelebek ekinin arka sayfasında, şu kelime dikkatimi çekti. 
BAĞZI ...
Okumamak, görmemek elde değil. Çünkü yazının başlığı ve sayfanın en tepesinde yer alıyor. 
Asıl kelime "  bazı " olacak.  Ancak okununuşu , " Ğ " harfi olmadığında anlamsız olduğu için, ve şapkalar kalktığı için, alıp yapıştırmış oraya, Onur Baştürk. Kocaman, anlamsız bir " Ğ " . Neden ? Çünkü yazdığı kelimenin, ancak bu şekilde doğru okunabileceğini düşünüyor. 
Felaket...
Köşesinin içeriği, ne olursa olsun, bir gazetede yazıyor,  hem de , Türkiye'nin tirajı en yüksek gazetelerinden birinde. Okunuyor yani.   Göz önünde. 
Gençlere, geleceğe örnek olması gereken insanlar bu insanlar.  Sözde ...
Yanlış hatırlamıyorsam , 94 ya da 95 senesinde , Türk Dil Kurumunun, sözde dili sadeleştirmek adına yaptığı linç girişimi sayesinde, dilimize keyif veren tüm eklentiler, bir anda kuş olup uçtu. Biz de, o dönemde, Bilkent olarak itiraz etmiştik bu çalışmaya, komisyonda bende vardım, zümremi temsîlen. Çok budadınız, yapmayın diye. 
Bu çalışmalar, yıllardır devam ediyor, ilk değil, korkarım sonda olmayacak.  Hepsi kötü mü ? Tabi ki hayır . Ancak, bunca millet , dilini korumaya , içindeki zenginleştirici öğeleri yaşatmaya çalışırken, biz neden habire buduyor ve yoksullaştırıyoruz, anlaşılır gibi değil. 
Farsça gibi, tüm dünya dillerine girmiş, en eski edebiyat dilinden gelme kelimeleri neden yok ettik ? Bir kelimede, bir çok anlamı aktarabilmenin nesi kötü ? 
Bana kızanlar olabilir. Ancak bazı şeyler köklüdür, yerinden koparıp atınca,  ayrık otları biter, boş kalan yerde .
Bizim sanatçılarımız bu dili kullanmış, o kadar iyi bilmesekte, anlayabilmeliydik , aynı zamandada geliştirmeye, modernleşmeye devam etmeliydik dilimizi.
İkisi de kalmalıydı. 
Mesneviyi okuyup anlamak ne güzel olurdu , elimizde sözlük olmadan. 
Oturgaçlı götürgeç gibi, nevî şahsına münhâsır kelimeler daha mı iyi ? Devşirme, karaktersiz. Yaratıcı mı olduk , böyle şeyler yapınca ?  dilimiz mi zenginleşti ? Yoksa elaleme maskara mı olduk ? 
Kaldı mı dilimizde bu kelimeler  ? Yer etti mi ?
Olmadı işte, kalmadı, kalamaz ...
Çok eskilerde başlayan bu hareketin, en son ve en kötü darbesiydi bu.
Dilimizi zenginleştiren, farsça kelimelerin, Türkçe karşılıklarını bulmakla başlayan.
Edebiyat dersleri tatsızlaştı. Zaten çok eskiden beri, sözde çok önemsenen Türkçe grameri bilen kalmadı. İngilizce öğrenemesekte, çoğumuz ingilizce gramerini, Türkçeden daha iyi belledik. 
İmla kuralları desen...Hak getire ki, buna bende dahilim. :, ;, ..., !, " gibi işaretler nerelerde ? Tam olarak kullanılır , ... De ... Da ... 'İn... 'En ekleri ayrılır mı ? Bağlanır mı kelimeye ? Kopar giderim, çoğu zaman. Bunca okuyup, yazmama rağmen . 
Ancak bu, hiç birimizin suçu değil. Ne acıdır ki, en çok sahip çıkmamız gereken değeri, yerle yeksan ettik, el birliği ile. Ve eğitim kalitemiz, her geçen gün hızla, cehenneme doğru yol almakta hâlâ ( hala diye yazmam lazım ama! İçim el vermiyor )
Biraz derine inince, global bir linç, bilinçli bir hareket gibi geliyor insana. 
Dil bu kadar önemli olmasa, İngilizler, Fransızlar sömürdükleri toprakları asimile eder miydi ? Kendine benzetmek içln değil, kültürünü akıtıp, dünyaya yayılmak için kullandı ikisi de bunu. O yüzden, İngilizce dünyada en çok konuşulan dil şimdi. 
Biz,  Osmalılardan beri önemsemedik bu dil meselesini , o zamandan beri fethettiğimiz yerlere, önce dilimizi yerleştirseydik, düşünün neler olurdu ? 
Olan oldu.  
Cidden düşünmemiz lazım.  Biz ne yapacağız. 
Sahip çıkamadık, itiraz ettik, kimse kale ( kâle ) almadı deyip, oturacak mıyız ? 
İşte bir örnek daha. Kale yazdığımda ne anlarsınız ? Surlarla, kulelerle çevrili bir yapı, en basit anlatımıyla. Ama ifade etmek istediğim, önemsenmediği, ilgisiz kalındığı ve aynı anda daha bir çok anlam içeren, şapkalı hali,  yani "  kâle " alınmadığı . 
Hala , Hâla , Bazı , Bâzı...
Bu örnekler, o kadar çok ki...
Bence, tüm bu yıkım çabası bilinçli, dili olmayan, cahil bir millet yaratma çabasının son demleri.
Kukla gibi oynatılan bir millet .
Yazık...
Dilimize sahip çıkalım . 
Kafiye, vezin deyince anlasın çocuklarımız.
Edebiyat candır. Duygu ve kültür aşılar insanın ruhuna. Ruhu doğru duygularla beslenen kişi, kötü olamaz. Kitap okuyan, dünyası kitap olan, başka bir dünya aramaz. 
Dil, bir çok kapının anahtarını açar. 
Birbiriyle aynı dili konuşamayan bir millet olabilir mi ? Var işte ... Biz.
Küçük , büyüğü anlamıyor ya da tam tersi. Her tarafta farklı diller uçuşuyor. Devşirme diller türüyor. 
Sadeleştirdiniz mi dilimizi ? Elinize sağlık, iyi yaptınız. Elimizde hiç bir şey kalmadı sayenizde . 
Bazı şeylerle, çok oynamamak lazım. 
Dokusunu kaybetti mi ? Bir daha yerine konulamaz çünkü ?
Dilimize yazık ettiniz, biraz kesmeniz iyiydi, gerekliydi...Siz , Hadım Ettiniz. 
Tabi , bu iş sadece Türk Dil Kurumu ile bitmiyor. 1 aylık formasyon kursuyla, hiç bilmediği öğretmenlik mesleğine atılan, bambaşka dallarda okumuş, bir sürü insan var. Kendi mesleğinde yer bulamamış, iş olsun diye öğretmenliği seçmiş . Olacak iş değil bu. 
Enstitülerin kaldırılması, sanat okullarının yok edilmesi derken oluşan, eğitimsiz, sözde üniversite mezunu,  bir sürü insan yaratmanın sonucu. 
İdealizm bitti artık.  Ben ne öğretirim ? ne biliyorum ? diyen yok. 
Verecek kadronuz kalmadı, üç beş günlük eğitimle alakasız insanları öğretmen yaptınız. 
Tebrikler ... 
Bindik bir alâmete,  gidiyoruz kıyamete...

Merak edenlere , Türk Dilinin Sadeleştirilme Aşamaları ile ilgili bir araştırma. 

http://www.iku.edu.tr/TR/iku_gunce/SosBilSanGunceC1S2/SosBilSanC1S2_47.pdf


9 Ekim 2013 Çarşamba

Önce Sağlık...

İnsanoğlu,  koşuşturma içinde unutuveriyor herşeyi.
Özellikle kendini ...
Hoş :(( ömür billah, hiç bir zaman önceliğim  kendim olmadı ya !
Hayat gailesi, iş, para, pul, koşuşturma derken günler geçiyor. 
Ama bir gün, çokça koşup yorulduysanız,  hayat bir çelme takıp,  düşürüyor sizi. 
İyiliğiniz için . 
Bakıyor ki, bu kul hiç hız kesmiyor, Allah'ın yarattığını, hunharca yıpratıyor. 
Yatağa düşüveriyor, yorgun,  hatta bitmiş bedeni ve yüreğiyle. 
Hayat dinlen diyor . Biraz dur ve dinlen . 
Elimi kaldırmaya bile mecalim yok. Bir sürü iş, randevu iptal oluverdi işte . 
Gidecek can, tek kelime edecek ferim yok. 
Yattığım yerden, telefonumla,  bloğuma yazıyorum bende, duramam ki...
Ama bunu bile,  ne kadar yavaş yapabiliyorum. 
Yapıyorum ki, belki, benimle aynı durumda olanlar, durup düşünür . 
Oturup,  kendisi içln vakit ayırır, dinlenir . Yıkılmadan önce.
Allahım, kendimi unutup,  bana verdiğin aklı, bedeni, ruhu hoyratça kullandığım içln beni affet. 
Biliyorum, şu an perişan halde olmamın sebebi, bana bunu hatırlatmak. 
Biliyorum, önce sağlık. 
Ama hayat bazen öyle zorlaşıyor ki, tırmanırken, unutuveriyor insan, yoruldum mu ? Terledim mi ? Susadım mı ? 
Sırtında, bir sürü insanın sorumluluğu ile, tek başına yol almak kolay değil. 
Canım ne ki ? Kaldırmıyor işte.
Sonuçta,  bugün bir sürü işim vardı. Ödemelerim, randevularım, ziyaret etmem gereken müşterilerim vardı.
Ayağa kalkamıyorum ki , iş peşinde koşayım.
Yarına Allah Kerim...
Önce sağlık ...
Sağlık olmayınca, ne bir lokma istiyor insanın canı, ne bir hırka...
Bazen sadece yalnız kalmak ve susmak gerekiyor belki. 
Ve her durumda, aklıma hep aynı cümle geliyor ... 
" insan ne ederse, kendine eder" 



30 Eylül 2013 Pazartesi

Hayata Nereden Başlamak İsterdiniz ?

Hayata nereden başlamak isterdiniz ? 
Belli bir yaştan ?
Belki bir aşktan ?
Kaldığınız yer, şu an olduğunuz yer mi olsun isterdiniz ? 
Olduğunuz yerde kalıp, aman birşey olmasın diyerek ölmek mi istersiniz ? 
Yoksa, dönüp yeniden düzenlemek mi ? Hatalarınızı bildiğiniz o kavşaktan, yeni baştan yol alır mıydınız ? 
Bu kez kaza yapmadan, can yakmadan, elindekini yıkıp yok etmeden. 
Kaybetmeden. 
Düzüne razı olup, ters çevirmeye korktuğunuz o andan başlar mıydınız? 
Bir şansınız daha olsa?
Ne yapardınız ?
Neler olabilirdi belki de, korkudan korkmadan yaşayabilseydik.
Neler olurdu kim bilir ? Sevginin, insanın kıymetini, gerçek değerini, tüm kalbimizle anlasaydık. 
Hayata yalnız geldik , yalnız gideceğiz , ama doğru insanla, mutlu, huzurlu yol alsaydık o yaşamda.
Her gün mutlu uyanmak varken, ağlamasaydık, ayrılmasaydık, belki de o hayatta bize en yakın sandığımızdan  bile yakın olandan...
Hayata nereden başlamak isterdiniz ? 
Bir düşünün , gerçekten olmak istediğiniz yerde misiniz ? 
Yoksa çıkılmaz karanlık delhizlerde misiniz ? 
Tek bir hayat var.
Ve o hayat, çok ama çok kıymetli. 
Bugün bir düşünün. Ve nerede olmak istiyorsanız, oraya yol almak için, önce kendi hatalarınızı görün.
Hayatta başınıza ne geldiyse tek sebebi sizsiniz. 
Ve aynı şeyleri yapmaya devam ederek, farklı sonuç alamazsınız.
Önce kendinizi eleştirin.
Sonra yeniden çizin, istediğiniz ne varsa...
İçinizden yeni bir hayat çıkarın ve yaşayın çünkü o sizin. 
İste alırsın
Ara bulursun
Vur Açılır ...
Matta 7:7

18 Eylül 2013 Çarşamba

İş ve Ekip Yönetimi

İş yönetmek bir çok şeye benzetilebir ...
Bence,  futbol takımı yönetmek gibi. 
Bir çok farklı pozisyonu olan bir ekip. Birbirine bağlı işlevleri olan, çark gibi rutin bir uyumla dönmesi gereken. 
Hem sıfırdan, uyumlu bir ekip kuracak,  hem de zaman içinde, kendine has bir ekip ruhu yaratacaksınız. 
Ekibiniz olması birşey ifade etmez, tümünün içinde olduğu, bireysellikten bağımsız, apayrı bir beden ve ruh olabilmeliler, uyumlu hareket edebilmek için. 
Bunu siz sağlayacaksınız. 
Farklı özellikleri, kontrol altında tutup, gerektiğinde takım için, negatifi, pozitife çevirip kullanacaksınız. 
Farklı pozisyonlarda, farklı yeteneklere sahip bir takım kuracaksınız ve bu insanlara öncelikle aile terbiyesi verecek, takım ruhu kazandıracaksınız .  
Ana takımın, işlevlerine destek olacak ekibi, keyifle çalışır hale getireceksiniz, maddi farklılıklar olsa bile, bağlılık sağlayacak, keyifle işe gelecekleri motivasyonlar yaratacaksınız. 
Herkesin, bireysel özelliklerini,  takım uyumu için ve takıma gerektiği kadar vermelerini sağlayacaksınız, ne eksik, ne fazla. 
Her birey,  kıymetinin bilindiğini bilecek takım içinde,  bireysellikten uzak,  vücudun bir parçası olduğu bilincini kazanmaları sağlayacaksınız. O vücud, her parçası tam olursa ayakta kalır, bu herkesin yüreğine işleyecek. 
Kiminle ne konuşacağınızı, nasıl motive edeceğinizi en iyi siz bileceksiniz . Patron değil, abla, abi olacaksınız yeri gelince. 
Ama bir şartla, size güvenip içini döken insanın, hiç bir sırrını paylaşmayacaksınız asla. 
Herkes, size arkasını dönebilecek korkmadan. Gerektiği düzeyde, gerektiği şekilde ilişki kuracak, eğlenmeyi, çalışmayı, özel hayatla işi ayırd etmeyi öğreteceksiniz. 
Sapla samanı karıştırır, görgü ve yaşam farklılıklarını gözetmeksizin yüz göz olursanız, onları yönetiyor gibi görünsenizde, çoktan düşmüşsünüzdür gözlerinde.
Birilerinin ağzından laf almak, herseyden haberdar olmak için girdiğiniz bu yol, sizi öyle berbat bir noktaya sürükler ki, ne saygınız kalır, ne seviyeniz. 
Zamanla bu paranoyanız sizi ve tüm karizmanızı bitirir.
 İşte tam bu nedenle...
Dedikodu yapmayacak, yapmamaya alıştıracaksınız. 
Üstünüzde farklı bir yönetim ya da ortaklarınız var ise, işiniz bira daha zor. Sizi kötü göstererek, kendini maskeleyen, yaptığı hoş olmayan şeyleri sizin üstünüze atan, arkanızdan iş çeviren  birileri varsa, asla alet olamayacaksınız . 
Prensiplerini baştan koymadığınız, hiçbir işe girmeyeceksiniz. 
Arada kalmak, farklı grupları balanslamaya çalışmak, uzun vadede nafile bir çabadır. Kimseyi memnun edemez ve üzülürsünüz. 
Takım için geçerli olan uyum,patronlar ve yöneticiler arasında sağlanamadığı takdirde, genel  uyum mutlak bozulur. 
Ekipte kim olursa olsun, baştan sona kadar, herkesin, yetki ve sorumluluklarını açık açık belirtmeli , soru işareti olan bir tek nokta bile bırakmamalısınız. 
Hiç bir şirket,  sadece parayla var olup ayakta kalamaz, iş gücünüze saygı duyulmayan bir ortaklıkta, 5 dakika kalmayacaksınız. Vaktinizi harcayacağınız şeyin, tüm ekibinize olduğu gibi size de getirileri olmasına özen göstereceksiniz. 
Aynı uçaklarda ki gibi ; " maskeyi önce kendinize, sonra çocuğunuza verireceksiniz " 
Sizin oksijensiz bırakıldığınız bir ortamda, ekibiniz için verimli olmanız mümkün değil. 
Stratejiniz ve gelecek planınız olacak, hem yakın, hem uzak... 3 gün sonra ne yapacağınızı da bileceksiniz, 3 ay sonra da.3 yıl demek isterdim ama,  Türkiye şartlarında bu imkansız, ne yazık ki. 
İşinizi herkesten iyi siz bileceksiniz, yönetimde profesyonelleriniz olacak,  ama gerektiğinde, oyuncunuz yanlış hareket yaptığında, doğrusunu öğretecek ve düzeltebilecek durumda olmalısınız. Bunun için, başkasının gözüne baktığınız,  kifayetsiz kaldığınız gün, işiniz bitmiş demektir. 
Elinizdeki iyi oyuncuları korurken , yenilerini yetiştirmeyi ihmal etmeyeceksiniz. Herkesin değerini,  en iyi siz bilecek ve takdir edeceksiniz.  Uyumu bozan, suyu kirleten var ise, düzelmesi için şans tanıyacak,  ama gerektiğinde bırakmayı bileceksiniz. 
Olmadık adamlara bel bağlayıp, sırat köprüsünden geçer gibi geçmeyeceksiniz,  günlerin üstünden. Onca emeği, bir, iki kişiye emanet etmeyeceksiniz sadece. Evet güveneceksiniz, ama kontrolü asla elden bırakmayacaksınız . 
Ekip kurmanın önemini en iyi siz  bilecek, ona göre adam seçecek, cimrilik yapmayacaksınız. Ucuz etin yahnisinin yavan olduğunu, asla kafanızdan çıkartmayacaksınız. 
Ama gereksizde para harcamayacaksınız. Küçük karların, kıstığınız rakamların size ne kadar pahalıya patlayabileceğini  unutmayacaksanız .
İyi olanla, kötüyü ayırd etmeyi, insan kalitesine göre görev vermeyi, bileceksiniz. Bilmediğiniz konularda araştırmaya, gelişmeye devam edeceksiniz. Her gün, işe yeni başlamış gibi amatörce , dikkatle yaklaşacaksınız herşeye. Ben oldum demeden, dedirtmeden. 
İnsanlara sevgiyle iş yaptıracaksınız, saygı kadar. 
Size saygı duyan insanları, ezip, uzaklaştırmayacak, kırmayacaksınız. Diktatörce yaklaşmayacak, kendinizi kimseden üstün saymayacaksınız. Yalnızlık Allah'a mahsus, çevrenizde, size değer veren insanları kaybedip bir başınıza kalmayacaksınız.
Tevazulu olacak,  ama onu da abartmayacaksınız. Mesafeniz, hep olması gerektiği kadar olacak. Asla laubali olmayacaksınız, haddinizi aşıp tepeden de bakmayacaksınız. 
Gelişmeleri için ortam yaratacak, yavaş, yavaş , adım, adım ilerleyecek ve sabırlı olacaksınız. Mutlaka ekip çalışması yapacak, güveneceğiniz kişileri iyi seçeceksiniz. Onlara gereken imkanları sağlayıp, sonra birşeyler bekleyeceksiniz. 
Ama her zaman, her ayrıntıyı kontrol edeceksiniz, sistemli olarak. İp sizin elinizde olacak,  ama çalışanlarınıza kukla muamelesi yapmak için değil, düşerlerse tutmak, sizi düşürmek isterlerse, tutup kenara almak için. 
En saygılı siz olacaksınız, aile büyüğü olarak, doğru olanı vermeden, saygılı davranmadan, pozitif olmadan, ekinizden bu duyguları ve hareketleri bekleyemezsiniz. 
Paradan önce vermeniz gereken değerler var, önce saygı...
Saygı duymadığınız insanlarla çalışmak, eninde sonunda problem yaratacaktır. Baştan işe almayacak, uzatmadan bırakacaksınız.
Ve en önemlisi, hatalı pozisyon kararınızı düzeltmek için, daha büyük bir hataya düşmeyeceksiniz. 
Bir pozisyon boşalınca, sırf ucuz olsun diye, elinizin altında ki ile değiştirip, günü kurtarmak yerine, doğru ve tecrübeli birini bulana kadar,  tüm denetimi elinize alacaksınız. 
Ve yaptığınız hataları araştırıp, sistemi gerekirse baştan kuracaksınız.
İşiniz sistemlerle olacak, insanlarla değil. 
İşin şans kısmı çok yüksek, ama oturduğunuz yerden sadece şans ile bir yerlere gelmek söz konusu değil. 
Şansınız olmazsa da kötü. 
Ancak şu gerçeği unutmamakta da fayda var. Bazı sektörlerde, çok  zeki ve çalışkan olmanıza rağmen, olasılıktır ki fazla zengin olamayacaksınız . 
Bir... sektör müsait olmayacak,
İki...sizin karakteriniz,
İnsanları kullanmayı bilseniz de yapamayacağınız için,
Hırsızlığa girecek hiç bir eylemin içinde olmayacağınız için,
Devletten, iş yaptıklarınızdan,  hileyle, yalanla,   gelir sağlamayacağınız için,
Allah korkunuz ve vicdanınız, insan sevginiz ve saygınız olduğu için. 
Ama önemli olan, uzun vadeli, stabil, iyi bir ekip kurmak, ve düşmanınızın bile,  sizi anarken takdir edeceği,  karakterde olmak ve dürüstlükle çalışmak. 
Bence işadamlarının en önemli eksiği, kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri, başkalarına yapmaları. 
Ekibine çalmanın yollarını öğreten bir patron, kendisinden çalındığında neden kızar ? Başkalarını, kullanarak, emeğini harcayarak kazanıp, yanındaki ekibe hakkını vermeyen neden kızar ?
Anlamıyorum. 
Öğreten sensin yanlış olmanın yollarını, raconunu...
Kim ne derse desin, iş dünyasında, eninde sonunda anılan şey, sizin karakteriniz, güvenirliliğiniz, dürüstlüğünüz ve kendinize olan güveniniz, diğer insanlara karşı saygınız. 
Arkanızdan konuşulanlar ne ? Yüzünüze kimin ne söylediğinden çok ? 
İş, tabi ki para kazanmak için kuruluyor. Ancak, para, asla insandan daha değerli olmamalı. 
İnsana değer veren, kim olursa olsun, her durumda, yanında birilerini görür. 
Uzun vadede, en önemli yatırım, insandır. 
Çok şık bir binanız, büyük bir tesisiniz, milyarlarca liralık servetiniz olabilir. Ekibiniz yoksa, size güvenenler yoksa, iş dünyasında adınız kötüye çıkmışsa ne fayda...
Sistemleri insanlar yönetir, binalar değil. Para yaşamak için, gerek şarttır, ama yeter şart değil. 
Dünyanın bin bir türlü hâli var. Ne oldum diye övünmeli, ne yokluğa yerinmeli. Önemli olan, akıl sağlığın, ruh sağlığın ve beden sağlığın yerinde olsun. 
İş kurulur. 

Allah herkese, kimseye muhtaç olmadan yiyeceği yemek versin, bu çok kıymetli. 
Ama en önemlisi, açgözlülükle boğulmadan, gerektiğinde azla yetinmeyi, elindeki gerçek değerleri korumayı, hayatı paraya tahvil etmeden, insanca, mutlu, huzurlu, onurlu bir hayat yaşayabilmeyi başarmak. 
Son bir gerçek ; Türkiye'de, her işe girmek için belli bir kriter var. Hiç bir özelliğiniz olmasa da, şirket kurup, Patron olabilirsiniz. Yani o kadar da büyütülecek birşey değil. Bunca cehaletin içinde ...


27 Ağustos 2013 Salı

Roma Günlüğü ... Scuola Leonardo Da Vinci

15.07.2013 & Lunedi

Pazartesi sabahı, okul'un ilk günü. Heyecanlıyım, çünkü uzun yıllardır hep öğreten taraf oldum genellikle. Öğrenmeyi benim kadar seven bir insan için, bu bazen çokta keyifli olmuyor. Allah'tan hayatımda, ders alabileceğim insanlarda oldu. Eflatun ne demiş '' Bir kitap okurken, yanına bir insan gelirse,  kapat , onu oku''
Tüm kalbimle inanıyorum. Çünkü hiç birimiz, bu hayattaki tüm bilgi ve tecrübeleri bir ömür durmadan okusak bile yaşamadan kazanamayız. Ve karşımdaki kim olursa olsun, mutlaka benim bilmediğim, bir şeyi tecrübe etmiştir diye düşünüyorum.
Her neyse, sabah kalkıp, bir parça ekmek ve nutella'dan oluşan, kıymetli kahvaltımı yapıp, google'dan okulumu mimleyip dışarı çıktım.
İtalya'nın adetlerini öğrenmek, gerçek bir İtalyan gibi yaşamak istiyorum. Turist gibi dolaşmak çok sıkıcı. Ve ilerleyen günlerde, bize nasıl " kek " muamelesi yaptıklarını, her yeri öğrenince daha iyi anladım . İtalya'ya, hatta herhangi bir yere, çok okazyon değilse turla gitmeyin, inanın gerek yok. Kendi turunuzu, kendiniz yaratın. Dil bilmiyorum diye korkmayın, halledersiniz.
Roma gezimi planlarken, öncelikle alışmak için otel'de kalmayı tercih ettim. Daha sonra, airbnb aracılığıyla bulduğum eve taşınacaktım. iyi bir planlama oldu. Via Del Corso'da bir otel'de kaldığım için, Roma'nın tam kalbinde bir konumdayım. Bu büyük bir avantaj. Kapıdan adımımı atar atmaz, tam karşımda, Basilica dei Santi Ambrogio e Carlo al Corso var. Tüm ihtişamıyla, " Günaydın " diyor bana. Uğramadan geçemiyorum.

Binanın dışı, öyle çok ihtişamlı görünmeyebilir. Ancak içi, gerçekten görülmeye değer.
Yapıdaki kemerlere dikkat edin, aslında Lazio bölgesinde, yani Roma'nında içinde olduğu bölgede, ama özellikle antik şehirde bol miktarda örneğine rastlayacaksınız. Etrüks ve Yunan tarzının karışımı olan mimarisi, kemer, tonoz ve kubbelerden oluşuyor. Araştırdıkça, çok daha keyifli bir yolculuğa dönüşüyor Roma. Boş, boş bakmaktan, size söylenilen sığ bilgileri dinlemekten, çok daha zevkli bir keşif. Çünkü, bir süre sonra, gördüğünüz eser hangi yüzyıldan kalma, ne tip eklentiler yapılmış, az da olsa anlayabiliyorsunuz. Bu şehrin karakterini, yıllar boyunca neler olduğunu hissetmeye başlıyorsunuz. Şehrin anılarına dalmak gibi bir şey bu benim için, muhteşem. Sırlar çözülüyor, bir bir.
İşte o zaman o şehri anlamaya başladınız demektir. Bir yere gidince, tam da  böyle gezmek lazım. Gözlerinizle değil, yüreğinizle.
Bu Basilica'yı mutlaka görün, anlatmayayım yaşayın.
Sabah duanızı basilica'da yapmak nasıl bir duygu derseniz, çok güzel. Roma'da, en çok bu hoşuma gitti. Gün içinde önünüze defalarca gelen kiliselerden birine girip, hangi dinden olursanız olun, duanızı yapıp çıkıyorsunuz. Dini böyle yaşamak güzel. Allah'ın yolunda zorlu tümsekler yok.
Sabah duamı bitirip yola koyuldum. Via del Corso'dan geç, Piazza Navona'ya git, oradan sağa dön, dümdüz yürü. Solda okul. Kayıt işlemlerimi tamamlayıp, ders saatine kadar, yandaki Kafe'ye gidiyorum. Bir bardak Sütlü kahve iyi geliyor. Çay içmiyorum burada, Kahveci oldum. 
Ders zili çalıyor. Okulum eski bir saray , ve Roma'da devamlı karşılaşacağınız bir durumda . Yani tadilat'ta. Burada tadilat günlük bir rutin, nereye giderseniz gidin, devamlı restorasyon çalışmaları yapıldığını göreceksiniz. Sabah oldu mu " Tak" " Tak" çekiç sesi her yerde. Özenle nakış gibi işliyorlar her noktayı. 
Sınıf karışık, Hindistan , Almanya , Rusya , Ukrayna , İspanya , Türkiye : )))))
Öğretmenimiz çok şeker, 50'li yaşlarda bir hanım. Loradana. İlk kelime "  " buongiorno " , iyi günler : )))
Birinci ders, ben, sen , o ...
Yaşasın öğreniyorum. Patron değilim , öğrenciyim. 43 yıldır ilk kez, sadece kendim için, sadece kendim için bir şey yapıyorum. Mutluyum hem de çok. İnsanlardan, Türkiye'den, saçma sapan her şeyden,  uzak kalmak muhteşem bir duygu. Ayrıca okulumda eski bir saraymış,Roma'nın dokusuna uyan bir okulda olmalıydım zaten. Şu an tadilatta, ama bitince çok güzel olacak eminim.

Dersin sonunda bir sürü şey öğrendim. Çok zordu, ama dil öğrenebiliyor olmak, iyice yüreklendirdi beni.
No non niente ?
Di dove sei ?
Quanti anni hai?
Come ti chiami ?
Çalışacak çok şey var. Bu yüzden ders biter bitmez otele. Biraz dinlenip dersi tekrar ediyorum. Acıktım ve buraya gelme sebebim, dil öğrenmekten çok İtalyan mutfağını gerçekten anlamak.O zaman çıkmam lazım. Araştırdığım restorantlardan birine gidemem, çünkü çoooook yorgunum.
O zaman ne yapmalı ? En yakın meydana ... İspanyol merdivenlerine gidiyorum. Ne bulursam atıştırıp, dönmem lazım, biraz ders çalışıp, bir sürü ödev yapmalıyım. Uzun süredir içime kaçan, ortalarda görünmeyen, sinen benliğim geri geliyor sanki. 3 gündür buradayım ama mutluyum. Her şeye ve herkese rağmen.