Sayfalar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Ekim 2013 Perşembe

Mihr ü Mah

 Mihr (güneş) bilge, ışık saçan, güzelliğinin farkında, nazlı bir sevgili.. mah (ay) mihr'i görüp ona tutulan, çevresinden ayrılamayan, onun saçtığı ışık ile beslenen aşık...
Mimar Sinan , Mihrimaha olan aşkını, onun içln yaptığı külliyelerde dile getirmiş. Bu belki gerçek , belki efsane ama bence doğru. 
Muhteşem bir dehanın , büyük aşkını,  boynunu koparmadan anlatabileceği başka bir yol olabilir mi ? 
Eline bile dokunamadığı, dokunmanın ölüm olduğu, bir aşk, bir kadın için neler yapabilir bir erkek ?
Sevgisini ,aşkını,  güneş ve ayı eline alarak  nasıl böyle  anlatır ?
Bundan büyük hediye olur mu ?  
Üsküdar ve Edirnekapıdaki Mihrimah külliyelerini gören bir tepeye çıkıp, 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde, iki caminin minareleri arasına bakarsanız, birinde güneş batarken , diğerinde ayın çıktığını görürsünüz .
Hiç olmamış bir aşkın, güneşi , ayın gölgesinde batarken, ne anlamlar yükledi içine kim bilir , Minar Sinan.
Şimdiki çıkarcı, bencil aşkların, ödeşemez sevgilerin aksine, gerçek aşk bu işte.
Sevdiğine, ne olursa olsun , aşkını anlatmak, onun mutluluğu içln kendinden vazgeçmek .
Sevdiğinin imzasını dünyaya atmak, hem de onu hiç kırmadan.
Oysa şimdi, sevmek, devamlı özverili olmak demek.
Sevgi sırtına yüklenen, yük demek. 
Sevgi bazıları için , alış veriş demek.
Ne o erkekler var, yüreğini ortaya koyup sevdiği içln savaşacak, ne onlara inanan kadınlar .
Güneş söndü, ay battı çoktan .
Ama 1500 lü yıllardan beri, Mimar Sinan'ın , Mihrimahı dimdik ayakta duruyor. 



21 Ekim 2013 Pazartesi

Kimse Üstüne Alınmasın

Yahu...
Kimse üstüne alınmasın dedim, ama vazgeçtim.
Lütfen alının.
Kendinize bakmadan, başkalarını eleştiriyor, 
Birileri başarılı olunca sinirden kuduruyor,
Yapmak yerine yıkıyor,
Burnunuz düşünce yerden almıyor,
Ama bir o kadarda, mangalda kül bırakmıyorsanız,
Dürüstlüğe,
Güzelliğe,
Çalışkanlığa ,
Başarıya,
Tahammülünüz yok ve hayatınızdan mutsuzsanız, 
Kıskançlık yapıp duruyor ama bunu değiştirmek içln hiç bir şey yapmıyorsanız, 
Yalanla yaşayıp, yalana önce kendiniz inanıyorsanız,
Tembelseniz,
Müdana ediyorsanız,
Haybeye dayılık ya da kapris yapıyorsanız,
Kendinizi başkalarından farklı sanıp, yanılıyorsanız ,
Başınıza gelen herşeyin suçunu başkasında arıyorsanız,
Çok okuyor, ama anlamıyorsanız,
Hayatı okuyamıyorsanız,
Kendinizi fazla kültürlü sanıyorsanız , 
Olduğunuz yeri hak etmediğinizi düşünüyor , başkalarının yerlerine imreniyorsanız, 
Mutluluğun varılacak nokta değil, yaşanan minik anlar olduğunu hala anlayamıyorsanız,
Bardağınız hep boş ve masadaki diğer bardaklardan , gözünüzü alamıyorsanız, 
Hala olduğunuz yerde sayıyorsanız,
Yıkılmayı bir son sanıyorsanız,
Her seferinde yeniden başlayamıyorsanız,
İnsan ne ederse, kendine eder... Cümlesini hala anlayamadıysanız,
Haset , kıskanç, çekemez bir insansanız,
Kendi halinize şükretmeyi unutup, ona buna özeniyorsanız,
Sorumluluk almaktan korkuyorsanız,
Hala bu hayatın , herşeyi aynı anda barındırdığını anlayamadıysanız ,
Kendinizi eleştirmeyi başaramadıysanız,
Varı çok sanıp, yoğu yermekten geri kalmadıysanız, 
Kendinizi bir halt sanıyorsanız...
Şükretmekten aciz hatta eriniyorsanız,
Siz de olanı hep az buluyorsanız, 
Vazgeçtim, üstünüze alının aşağıda yazanları. 
Ve silkelenin. Kendinize gelin.
Aynaya bakın.
Gördüğünüz şey dışında birşey yok hayatınızda.
Ve kimse sorumlu değil sizden . 
Bu hayatta varlıkta var, yoklukta. 
Bir anda,  kül olur herşey .
Asl olan, eliniz ayağınız , diliniz, kulağınız olduğu içln şükretmek.
Ve hadsizlik etmeden, her ne durumdaysanız, bunun TEK sebebinin kendiniz olduğunu bilmek ...


10 Ekim 2013 Perşembe

Türk Dili Hadım Çalışmaları

Dili bu kadar sadeleştirirseniz, olacağı buydu işte .
1932 yılında, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan, görevi Türk dilini geliştirmek olan, Türk Dil Kurumundan bahsediyorum. 
Bu sabah, gazetelere göz atarken, Hürriyet'in, Kelebek ekinin arka sayfasında, şu kelime dikkatimi çekti. 
BAĞZI ...
Okumamak, görmemek elde değil. Çünkü yazının başlığı ve sayfanın en tepesinde yer alıyor. 
Asıl kelime "  bazı " olacak.  Ancak okununuşu , " Ğ " harfi olmadığında anlamsız olduğu için, ve şapkalar kalktığı için, alıp yapıştırmış oraya, Onur Baştürk. Kocaman, anlamsız bir " Ğ " . Neden ? Çünkü yazdığı kelimenin, ancak bu şekilde doğru okunabileceğini düşünüyor. 
Felaket...
Köşesinin içeriği, ne olursa olsun, bir gazetede yazıyor,  hem de , Türkiye'nin tirajı en yüksek gazetelerinden birinde. Okunuyor yani.   Göz önünde. 
Gençlere, geleceğe örnek olması gereken insanlar bu insanlar.  Sözde ...
Yanlış hatırlamıyorsam , 94 ya da 95 senesinde , Türk Dil Kurumunun, sözde dili sadeleştirmek adına yaptığı linç girişimi sayesinde, dilimize keyif veren tüm eklentiler, bir anda kuş olup uçtu. Biz de, o dönemde, Bilkent olarak itiraz etmiştik bu çalışmaya, komisyonda bende vardım, zümremi temsîlen. Çok budadınız, yapmayın diye. 
Bu çalışmalar, yıllardır devam ediyor, ilk değil, korkarım sonda olmayacak.  Hepsi kötü mü ? Tabi ki hayır . Ancak, bunca millet , dilini korumaya , içindeki zenginleştirici öğeleri yaşatmaya çalışırken, biz neden habire buduyor ve yoksullaştırıyoruz, anlaşılır gibi değil. 
Farsça gibi, tüm dünya dillerine girmiş, en eski edebiyat dilinden gelme kelimeleri neden yok ettik ? Bir kelimede, bir çok anlamı aktarabilmenin nesi kötü ? 
Bana kızanlar olabilir. Ancak bazı şeyler köklüdür, yerinden koparıp atınca,  ayrık otları biter, boş kalan yerde .
Bizim sanatçılarımız bu dili kullanmış, o kadar iyi bilmesekte, anlayabilmeliydik , aynı zamandada geliştirmeye, modernleşmeye devam etmeliydik dilimizi.
İkisi de kalmalıydı. 
Mesneviyi okuyup anlamak ne güzel olurdu , elimizde sözlük olmadan. 
Oturgaçlı götürgeç gibi, nevî şahsına münhâsır kelimeler daha mı iyi ? Devşirme, karaktersiz. Yaratıcı mı olduk , böyle şeyler yapınca ?  dilimiz mi zenginleşti ? Yoksa elaleme maskara mı olduk ? 
Kaldı mı dilimizde bu kelimeler  ? Yer etti mi ?
Olmadı işte, kalmadı, kalamaz ...
Çok eskilerde başlayan bu hareketin, en son ve en kötü darbesiydi bu.
Dilimizi zenginleştiren, farsça kelimelerin, Türkçe karşılıklarını bulmakla başlayan.
Edebiyat dersleri tatsızlaştı. Zaten çok eskiden beri, sözde çok önemsenen Türkçe grameri bilen kalmadı. İngilizce öğrenemesekte, çoğumuz ingilizce gramerini, Türkçeden daha iyi belledik. 
İmla kuralları desen...Hak getire ki, buna bende dahilim. :, ;, ..., !, " gibi işaretler nerelerde ? Tam olarak kullanılır , ... De ... Da ... 'İn... 'En ekleri ayrılır mı ? Bağlanır mı kelimeye ? Kopar giderim, çoğu zaman. Bunca okuyup, yazmama rağmen . 
Ancak bu, hiç birimizin suçu değil. Ne acıdır ki, en çok sahip çıkmamız gereken değeri, yerle yeksan ettik, el birliği ile. Ve eğitim kalitemiz, her geçen gün hızla, cehenneme doğru yol almakta hâlâ ( hala diye yazmam lazım ama! İçim el vermiyor )
Biraz derine inince, global bir linç, bilinçli bir hareket gibi geliyor insana. 
Dil bu kadar önemli olmasa, İngilizler, Fransızlar sömürdükleri toprakları asimile eder miydi ? Kendine benzetmek içln değil, kültürünü akıtıp, dünyaya yayılmak için kullandı ikisi de bunu. O yüzden, İngilizce dünyada en çok konuşulan dil şimdi. 
Biz,  Osmalılardan beri önemsemedik bu dil meselesini , o zamandan beri fethettiğimiz yerlere, önce dilimizi yerleştirseydik, düşünün neler olurdu ? 
Olan oldu.  
Cidden düşünmemiz lazım.  Biz ne yapacağız. 
Sahip çıkamadık, itiraz ettik, kimse kale ( kâle ) almadı deyip, oturacak mıyız ? 
İşte bir örnek daha. Kale yazdığımda ne anlarsınız ? Surlarla, kulelerle çevrili bir yapı, en basit anlatımıyla. Ama ifade etmek istediğim, önemsenmediği, ilgisiz kalındığı ve aynı anda daha bir çok anlam içeren, şapkalı hali,  yani "  kâle " alınmadığı . 
Hala , Hâla , Bazı , Bâzı...
Bu örnekler, o kadar çok ki...
Bence, tüm bu yıkım çabası bilinçli, dili olmayan, cahil bir millet yaratma çabasının son demleri.
Kukla gibi oynatılan bir millet .
Yazık...
Dilimize sahip çıkalım . 
Kafiye, vezin deyince anlasın çocuklarımız.
Edebiyat candır. Duygu ve kültür aşılar insanın ruhuna. Ruhu doğru duygularla beslenen kişi, kötü olamaz. Kitap okuyan, dünyası kitap olan, başka bir dünya aramaz. 
Dil, bir çok kapının anahtarını açar. 
Birbiriyle aynı dili konuşamayan bir millet olabilir mi ? Var işte ... Biz.
Küçük , büyüğü anlamıyor ya da tam tersi. Her tarafta farklı diller uçuşuyor. Devşirme diller türüyor. 
Sadeleştirdiniz mi dilimizi ? Elinize sağlık, iyi yaptınız. Elimizde hiç bir şey kalmadı sayenizde . 
Bazı şeylerle, çok oynamamak lazım. 
Dokusunu kaybetti mi ? Bir daha yerine konulamaz çünkü ?
Dilimize yazık ettiniz, biraz kesmeniz iyiydi, gerekliydi...Siz , Hadım Ettiniz. 
Tabi , bu iş sadece Türk Dil Kurumu ile bitmiyor. 1 aylık formasyon kursuyla, hiç bilmediği öğretmenlik mesleğine atılan, bambaşka dallarda okumuş, bir sürü insan var. Kendi mesleğinde yer bulamamış, iş olsun diye öğretmenliği seçmiş . Olacak iş değil bu. 
Enstitülerin kaldırılması, sanat okullarının yok edilmesi derken oluşan, eğitimsiz, sözde üniversite mezunu,  bir sürü insan yaratmanın sonucu. 
İdealizm bitti artık.  Ben ne öğretirim ? ne biliyorum ? diyen yok. 
Verecek kadronuz kalmadı, üç beş günlük eğitimle alakasız insanları öğretmen yaptınız. 
Tebrikler ... 
Bindik bir alâmete,  gidiyoruz kıyamete...

Merak edenlere , Türk Dilinin Sadeleştirilme Aşamaları ile ilgili bir araştırma. 

http://www.iku.edu.tr/TR/iku_gunce/SosBilSanGunceC1S2/SosBilSanC1S2_47.pdf


9 Ekim 2013 Çarşamba

Önce Sağlık...

İnsanoğlu,  koşuşturma içinde unutuveriyor herşeyi.
Özellikle kendini ...
Hoş :(( ömür billah, hiç bir zaman önceliğim  kendim olmadı ya !
Hayat gailesi, iş, para, pul, koşuşturma derken günler geçiyor. 
Ama bir gün, çokça koşup yorulduysanız,  hayat bir çelme takıp,  düşürüyor sizi. 
İyiliğiniz için . 
Bakıyor ki, bu kul hiç hız kesmiyor, Allah'ın yarattığını, hunharca yıpratıyor. 
Yatağa düşüveriyor, yorgun,  hatta bitmiş bedeni ve yüreğiyle. 
Hayat dinlen diyor . Biraz dur ve dinlen . 
Elimi kaldırmaya bile mecalim yok. Bir sürü iş, randevu iptal oluverdi işte . 
Gidecek can, tek kelime edecek ferim yok. 
Yattığım yerden, telefonumla,  bloğuma yazıyorum bende, duramam ki...
Ama bunu bile,  ne kadar yavaş yapabiliyorum. 
Yapıyorum ki, belki, benimle aynı durumda olanlar, durup düşünür . 
Oturup,  kendisi içln vakit ayırır, dinlenir . Yıkılmadan önce.
Allahım, kendimi unutup,  bana verdiğin aklı, bedeni, ruhu hoyratça kullandığım içln beni affet. 
Biliyorum, şu an perişan halde olmamın sebebi, bana bunu hatırlatmak. 
Biliyorum, önce sağlık. 
Ama hayat bazen öyle zorlaşıyor ki, tırmanırken, unutuveriyor insan, yoruldum mu ? Terledim mi ? Susadım mı ? 
Sırtında, bir sürü insanın sorumluluğu ile, tek başına yol almak kolay değil. 
Canım ne ki ? Kaldırmıyor işte.
Sonuçta,  bugün bir sürü işim vardı. Ödemelerim, randevularım, ziyaret etmem gereken müşterilerim vardı.
Ayağa kalkamıyorum ki , iş peşinde koşayım.
Yarına Allah Kerim...
Önce sağlık ...
Sağlık olmayınca, ne bir lokma istiyor insanın canı, ne bir hırka...
Bazen sadece yalnız kalmak ve susmak gerekiyor belki. 
Ve her durumda, aklıma hep aynı cümle geliyor ... 
" insan ne ederse, kendine eder"