Sayfalar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

20 Haziran 2013 Perşembe

Nasıl Bir Rejim İsterdiniz ?


Rejim menümüz, altta sıralanmıştır .

Dilediğinizi seçmekte özgürsünüz.
Hemen hepsi yıllanmıştır. Demokrasi ve Cumhuriyet hariç ...
Sanırım bu nedenle, bazılarına çok ucuz geliyor.

Oligarşi ( Tam da şu an bizim yaşadığımız )
Meritokrasi ( Uzun süredir hiç alakamız yok. )
Aristokrasi ( Soylu sınıfı mı ? Nerede )
Plütokrasi ( Eh buna biraz yakınız, money talk )
Cunta ( Bu da var, kontrolsüz güç, güç değildir . Pardon bu bir markanın sloganıydı : )))
Talassokrasi ( Deniz'de birşeyler var, ama yakınından bile geçmiyoruz )
Teknokrasi ( Devletin akil adamlarını sayarsak , belki ama Hülya Avşar bizi nereye götürür ... Siz karar verin . ; (( )
Monarşi ( Bayağı yakınındayız )
Otokrasi ( Bu rejim şekli size kimi çağrıştırıyor ? )
Despotizm ( Anlamı içinde saklı )
Diktatörlük ( Tek kişilik stand up )

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir ( Yorumsuz )

Cumhuriyet, hükümet başkanının, halk tarafından belli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimidir. Egemenlik hakkının belli bir kişi veya aileye ait olduğu monarşi ve oligarşi kavramlarının zıttıdır. ( Yorumsuz )

Bu yazıda, yoruma gerek yok. Daha bir sürü var, aralarından seçtiklerim bunlar. Hangisini yersiniz bilemem, menü bu ... Birini seçin : ))))

Ve Şems noktalar...


Şeriat der ki: Seninki senin, benimki benim. Tarikat der ki: Seninki senin, benimki de senin. Marifet der ki: Ne benimki var ne seninki. Hakikat der ki: Ne sen varsın, ne ben.






Başkaları Hayatı Daha Güzel Görebilsin Diye...


Lütfen, Ayşe Arman'ın bugün yayınladığı yazıyı okuyun. Ve mümkünse, olabildiğinizce tarafsız. Sadece, insan olarak. Üstünüze yapışmış tüm kimlikleri, sıyırıp atarak.
Efekan, 23 yaşında üniversite öğrencisi, gezi olaylarının tam kalbinde , uyumadan, panik içinde yaşananları, gayet basit, insanca anlatıyor.
Beni kalbimden vuran, bu sohbetin bir cümlesi " Başkaları hayatı daha güzel görebilsin diye, gözlerinden olan gençler vardı"
Kocaman yürekleriyle, düşüncelerini savunan minik bedenler. Bu ülke için .
Yıllarca hep söylediğim birşey vardı, 80 'li yıllarda doğan insanların çok azı hedefe sahip. Hemen zengin olmak, bir günde kariyer sahibi olmak dışında istekleri yok. Ama 90'lar gümbür , gümbür geliyor ve açığı onlar kapatacak.
80 doğumlular alınmasın, ancak istisnalar Kaide'yi bozmuyor. Hala aynı fikirdeyim, o dönemde garip bir vurdumduymazlık, para düşkünlüğü ve cehalet var. Arada çıkan bir kaç iyi de, tüm jenerasyonu kurtarmaya yetmiyor. O iyilerde, ailesi görgülü olan, çocuklarını her durumda iyi yetiştiren, azınlık bir kesim . Kime yetsin ?
Ancak 90'lar, ki bunu tamamen tarafsız söylüyorum, top yekün, dolu geliyorlar. Gayet politikler, öylesine kültürlü ve dolular ki, konuşurken Allah'tan elimde akıllı telefon var, İnternet'e bakabiliyorum diye dua ediyorsunuz. Sizi kifayetsiz bırakacak düzeyde, genel kültüre sahipler.
Sadece Türkiye ile değil, dünya ile iletişim içindeler , kapalı kutuda, balık gibi yaşamıyorlar . Bir KARTAL misali, tepeden bakıp harmanlıyorlar, olanı biteni.
Küçük insanlar değiller, onu, bunu çekiştirip, anlamsız dedikodularla saatlerini harcamıyorlar. Onlarla aynı masada oturmak, büyük bir zevk. Canlı kütüphane gibi her biri. Dopdolu, pırıl, pırıl aydınlık yüzleriyle, bir neslin belki hiç ilgilenmediği, şeyleri tartışıyorlar, çatır, çatır .
Onlara bakınca hep cenneti gördüm. Şimdi tüm Türkiye görüyor. Ve onlardan bir kısmının gözleri , göremeyen gözler, yürekler, insanlıktan uzaklaşmış, vicdanını cebinde taşıyan insanlar için kör oluyor .
Bütün bu olan biteni anlamak, neden bu kadar zor.
Gencecik zihinler anlarken, onların annesi, babası olan bizler, neden kifayetsiz kalıyoruz ? Akşam sohbetlerinde " Mangalda kül bırakmayan " Abi'lerimiz neden sus , pus oturuyor?
Bu kadar mı korktuk, bu ülkeden, polisimizden, yönetimimizden?
Peki ... Düşüncesi, inançları ne olursa olsun, sohbet eden, konuşan, paylaşan ülke biz değil miydik ?
Sabah evden çıkarken " Günaydın" diyen. Bakkal'ın önünden geçerken, el sallayıp " Hayırlı İşler" diye seslenen biz değil miydik ? Hepimizin ailesinde, başı örtülü bir akrabamız yok mu ? Ama kimsenin derdi yoktu, diğeri ile, diğeri diye birşey yoktu. Sağ, sol gibi siyasi ayrılıklardan bahsetmiyorum. İnsanların, komşuların, bu ülkede yaşayanların bir uyumu, harmonisi vardı. Karşıklık içinde, uyumla yaşayıp gidiyorduk ki bu bizim geleneğimizde var. Asla Ari ırk olmadık ki. Bana göre, hala yok aslında. Olsa, tamamen zıt görüşte olan insanlarla, bu kadar saygılı bir iletişim kuramazdım.
Birileri, kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışıyor . Uyanalım lütfen. Bu oyun ne zaman başladı?
Satrancı oynayanlar için biçilmiş kaftandı bu ortam, parayı öne sürüp kör ettikleri, gözlerin içini boşalttılar .
60'lı yılların direnişçi ruhu, 70'lilerde zaten yok olmaya yüz tutmuştu, moderndi ama hala gelenekselci yapıları kırılmaya müsait değildi.
Hala küçüğünü sevip, koruyan, büyüğüne saygı duyan bir nesildik. Kökümüzden söküp, jenerasyonlar arasındaki bağı , birleştirici köprüyü yıkıp, arayı açamazlardı. Az da olsa, abilerimizden kalma direniş ruhu, en sade haliyle, tam olarak anlamasakta liberallik, yozlaşmamış iş gücü, sabır mevcuttu o nesilde. Çünkü, markalar hayatımıza çığ gibi düşüp gözümüzü kör etmemişti. Hala " Gırgır" "Teksas Tommiks" koleksiyonu yapıyorduk. Saftık, temizdik. Komşu teyze önemliydi, başkasının bacısına yan gözle bakılmazdı. Dallas , flamingo filan, acayip aykırıydı hala hepimiz için . Kültürlerimiz , yaşayışlarımız yakındı. BMW, MERCEDES leblebi gibi satılmıyordu , sahip olanlarda statü sembolü olarak değil, imkanı olduğu için biniyordu.
Ne olduysa, 80 kuşağında oldu. Birdenbire herşeyi gördük. Hazırlıklı değildik. Aileler, çocuklarının görgüsünü koruyamadı. Özenti, harcayan , tüketen, okumayan bir nesil yarattık. El birliğiyle, kocaman üstümüze oynanan bir oyunun piyonu olduk.
80'li kuşağın üstüne oynanan oyun buydu . Jenerasyonlar arası bağı, sonsuza dek koparıp, yeni , a politik, kapitalist, hedefsiz bir nesil yaratmak . Nesiller arası iletişimi koparmak , kökten kurutmak.
Bu arada birileri bunu istedi, birileri kullandı, durumu gören bir kaç kişi de bir şey yapamadı.
AB, gümrük birliği, petrol anlaşmaları, Kürt sorunu, tarlalarımız, ekinlerimiz yok edildi.
Dışarıya bağımlı hale geldik buğdayı satarken, pamuk tarlalarında gezerken. Köy, kente göç etti düzen bozuldu. Mutsuz mu, mutsuz insanlar yaratıldı. Çiftçi ağa, kapıcı yapıldı. Ezildi. Hepsi bilerek, sabırla yapıldı. Birbirine bağlı değil gibi görünse de değil. Daha neler, neler...
Geçmişte olan biten acıları yaşamamışcasına, kapitalist olmuştu zaten bir kuşak. Vatan, Millet, Sakarya ... Bla bla bla...
Zaten gencecik oturmamış bir Cumhuriyetin bekçileriydik, ama hepimiz kendi derdimize düştük.
94 yılında öğretmenlik yaparken, müfredatı eleştiren bir rapor hazırlayıp, Milli Eğitim'e iletmiştim, daha 24 yaşında, gencecik bir öğretmendim. Bir kaç ay sonra çağırdılar , " Raporunuz çok doğru noktalara değinmiş, haklısınız ama birşey yapamayız " dediler . O zamanda dolu olmayan bir müfredat vardı, şimdi bomboş.
Bir ülkeyi yok etmenin en kolay yolu cahilleştirmek, iyi eğitim için, eşit haklar için tartışmalıyız ki, parası olan, olmayan öğrensin, okusun. Özel okulları , dershaneleri tartışmalıyız önce... Ki , 25 yıl sonrasını kurtaracak, köklü adımlar atalım. Ailelerin eğitilmesini tartışalım.
Meslek okulları , enstitüleri yaşatmalıyız ki, bomboş üniversite mezunları yaratmak, kadro için üniversite açmak yerine, iş bilen, yapabilen , donanımlı, meslek sahibi, lise mezunlarımızda olsun. Herkes müdür olmak için işe başvurmasın, olamayınca işsiz kalmasın. Branşlaşan bir nesil yaratalım. İşini bilen deyince " üçkağıt" anlamayan.
Anlatmak istediğim, olan biten, Akp ile başlamış değil, onunla da son bulmayacak.
Derindeki dertleri görmeden, birşeyleri kökten çözmek mümkün değil.
Bu ülkede, hiç bir vasfın olmasa da, iki şeyi kolayca yapabilirsin , 1. Millet vekilliği 2. Patronluk
Bizim ülkemizin, baş düşmanı cehalet. Okumayı öğrenmeliyiz önce, medenice tartışmayı. Hangi fikirde olursak olalım. Sen, ben değil... Biz diyebilmeliyiz.
Demeliyiz ki, bizim körleşmiş gözlerimiz, yıllardır süregelen sessizliğimiz, anlamsız çekişmelerimiz, devamlılığı olmayan fikirlerimiz, kapitalizm çarklarında ezilmiş, sofra sohbetleri altına gizlenmiş sahte liberalliğimiz için , tazecik fidanlar kör olmasın.
90'lar önceki tüm nesillerin derdini, kifayetsizliğini, iki yüzlülüğünü, yozlaşmışlığını, cehaletini, sırtına yüklenip ezilmesin.
Onlara herşeyden çok ihtiyacımız var.
Herkes önce kendini eleştirmeyi öğrenmeli bu ülkede . Hep başkalarını suçlamak kolay , ama çok acizce.
Tepki vermek güzel, ama tencere tavayla, karanlıktan aydınlığa çıkılmayacağı da aşikar.
Herkes, birilerini eğitmeye başlasın önce, başka çevrelerle konuşmaya, kendini tanıtmaya.
Çocuk okutsun, ama sadece parayla değil, evine konuk olsun, konuk etsin, vakit geçirsin, farklılıkları görmesini sağlayalım.
Kimse, kimseyi ezmesin hiç bir durumda.
Savaşarak anlatmayalım, anlatılmasına izin vermeyelim.
Bir kişi değişir, dünya değişir.
Hepimiz bir çocuğa dokunalım, bizden farklı Kültür'de . O evlendiğinde attığımız imza iki, üç, beş olacak belki.
Çevresini değiştirecek etkileyecek .
Olumlu olan herşey, hızla yayılır.
Başlamak, bitirmenin yarısı. Bir çocukla olmaz demeyin, olur neler olur.
Biz 19, 20 yaşındaki çocuklarımızı kör edenlere, çocukların gözlerini açarak cevap verelim.
Cehaleti, ayrımcılığı ancak kendimizi tanıtarak aşabiliriz .
Belli olmaz, eğittiğiniz çocuklardan, bilim adamı, müzisyen, dünya liderleri çıkar belki.
Kenar mahallelere en son ne zaman gittiniz?
Şimdi tam vakti. Gerçek, sürekli, yapıcı ve kalıcı olacak olan bu.
Gidin, muhtara sorun, bir aileye , çocuklarına dokunun. Onlarla yemek yiyin , alışveriş yapın, kitap okuyun .
Hayatınızın bir kısmını onlara ayırın. Bakın o zaman, neler değişiyor.


Yine Şems ile noktalamak istiyorum yazımı...

Bir şey yap, güzel olsun. Çok mu zor ? O vakit güzel bir şey söyle. Dilin mi dönmüyor ? Öyleyse güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz. Beceremez misin ? O zaman güzel bir şeye başla. Ama hep güzel şeyler olsun. Çünkü; Her insan ölecek yaşta…

Hayata tepeden bakarsan insanların sadece tepesini görürsün. Hayata daima insanlarla aynı mesafeden bak. O zaman insanların hem yüzünü, hem kalbini görürsün.




15 Haziran 2013 Cumartesi

Bu Hayat Güzel...

Yol almak için , yolun açık olması lazım. Yolda engeller var ise, açmak için sabır ve çaba lazım. Armut piş, ağzıma düş, diye beklemek olmaz.
Ama, tam tersi bir durumda, siz her çabayı göstermenize rağmen, yoldaki tıkanıklık bitmiyorsa, hayatınızı o yol için harcamanında manası yoktur.
Herşeyi kararında yapmak ve vakti gelince olmayacak şeyi bırakmayı da bilmek önemli bu hayatta.
Olacağı varsa, ne olursa olsun olacaktır zaten.
Sabrınızı, doğru işler ve insanlar için tüketmelisiniz, aksi takdirde, biter ve çok gerekli olduğu zaman,aynı sabrı içinizde bulamayabilirsiniz.
Hayata tutunmak için, kimseden medet ummamayı, acı yada tatlı öğrenmeye çalışmak çok önemli. Öyleymiş, öğrendim de söylüyorum.
Yürüdüğünüz ayaklar sizin olmalı . Bir ağaç gibi, dimdik ayakta, bir kuş kadar hür olmalısınız önce.
Birilerine güvenip, birlikte yol almadan önce, zaten yürüyor olmalısınız. Yoksa yıllarca adım, adım yürüdüğünüz yolları elinizden alıverirler, ve siz yolda yapayalnız kalırsınız. Emeğinize mi? Geçen yıllarınıza mı? Ne ye üzüleceğinizi şaşırmış bir halde.
İnsan, önce ve sadece kendine güvenmeli . Asla ve asla kendinden çok bir başkasına değil. Güvendiğiniz dağlar, 4 mevsim karlı olabilir ve emeğiniz , sabrınız, gençliğiniz, boş yere, üstelik hiç kıymeti bilinmeden, uçar gider . Bu nedenle, her ne yapıyorsanız, sizin için önemi, öncelikli olmalı .
Önce kendi yolunuz olmalı, hele ki, kadınsanız . Babanızdan başka kimseye güvenmeden yol almayı öğrenmelisiniz. Çünkü hiç ama hiç kimse, sizi babanız gibi sevmez, korumaz, itina göstermez. Baba gibi diye bir şey olmaz, çünkü başkaları size asla onun şefkati ile bakmaz, siz öyle sansanız dahi. İnsanlar bencildir, kendi keyifleri için Yaşar ve sizi sömürürler, üstelik bunun hakları olduğunu dahi düşünebirler.
Bu nedenle, önce kendinizi tanımalı, ne istediğinizi bilmeli ve sınırlarınızı öğrenmelisiniz. Önemli olan sizsiniz.
Bunu söylemem , 40 yıla, binlerce uykusuz geceye mal oldu ama mutluyum, çünkü bu yıllarda öğrendim. Kendimi, insanları, ayakta durmayı, düşünmeyi, hayal kırıklığını, mutlu olmayı, tökezlemeyi, sevmeyi, paylaşmayı, ekip kurmayı, dürüst olmayı, dünyayı , yıkılmayı, küllerimden tekrar, tekrar doğmayı, beni gerçekten sevenleri, sevgisiz iki yüzlüleri ... Çok şey öğrendim. Hayat öğretiyor . Bazen tatlı, tatlı... Bazen acı, acı...
Olsun yine de güzel. Sadeleşmek, daha basit şeylerle mutlu olmak, insanları mutlu etmeye çalışmak güzel.
Bu hayat güzel, ara sıra durup düşünmeyi , mola vermeyi öğrenmek en güzeli.
Kimse hiç bir şeye karar vermezken , hızla karar vermek yerine, düşünmek, mola vermek, kendi gerçeğine erişmek için , sırf kendine odaklanıp, aslını keşfetmek, daha derine inmek, gözden kaçırdıklarını görmek, en azından görmeyi denemek...
Ne istediğini önce kendin anlamaya çalışmak , bu arada, gün ne getirirse , eyvallah deyip, yaşamak güzel.
Herşeyi kontrol etmek yerine, biraz oluruna birakmak güzel.
İnsanları kararlarında özgür bırakmak güzel.
İstemediğiniz ortamda bulunmama, istemediğiniz insanların yüzünü görmeme, sesini duymama hakkını kullanmanız güzel.
İyiliğin karşılıksız olduğunu anlamak ve kırılmamak güzel.
Bu hayatta, herşeyin yalan olduğunu anlamak ve eskisi kadar önemsemek güzel.
Herkese hak ettiği kadar değer vermek güzel.
Şems gibi düşünürken , bu kapitalist düzende ayakta kalmak ve ruhunu korumak güzel.
Bu hayat güzel.